Two Thin Worlds 15.Bölüm

Bu Ölümsüz İzni Olmadan Dağlanıyor| Birinci Kısım

 

 

Jue chang, bütün o ceset parçalarının arasında yavaşça kımıldayarak, kabzasını kurtarmak için manevralar yaptı ve kısa sürede Da Fu’nun parçalanmış bileğinin altında durdu.

Da Fu, Hırçın hortlakların ortasına düşmeden önce kılıcını öfkeyle savurdu. Ardından,  acıyla inleyen bedenlerin arasına kısa süreliğine indi ve bir defa daha zıpladı.

O sırada Chuo Chuo’nın arkası ihtiyar tarafına dönüktü, ama onun kan kokusunu aldığı gibi istemsizce başını arkaya attı!

Gözlerindeki açlık pırıltısı, sınırında olduğunu haykırıyordu!

Ve sulanan ağzını açtığı sıra; Da Fu, kendini onun üzerine attı!

Chuo Chuo agresiflik dolu bir haykırışla hırladı, görüşünü kapatan ve ağzına doğru akan kan damlalarının güzel kokusuna, tadına dayanamamıştı. Başını hızla her iki tarafa savurarak, Da Fu’dan kurtulmaya çalıştı!

Da Fu kalan tüm gücüyle bastırdı!

Gözleri hem acıyla hem de kendine has bir delilikle sonuna kadar açılırken elini hızla savurdu, ve Yin enerjisinin kızıl kırbacı öfkeyle, kaplanın ağzına ve burnuna hücum etti!!

Chuo Chuo acıyla inlerken Da Fu, kulaklarını sağır eden tüm kükremelerin ardından, kaplanın sırtına bindi ve boynunu arkaya doğru bloke ederek, karışımın içeriye iyice girmesini sağladı.

-Siktir, bu çok acı veriyor!-

Bir belirip bir kaybolan sancılar atmıştı, açılan dört delikle birlikte ağzından kanlar fışkırdı! Kalbi göğsünde delicesine çarpıyor ve zar zor aldığı soluğu da kesiyordu, Ancak Da Fu, inatçıydı!

Ölüme bile meydan okuyan bu ölümsüz savaşçı bu kadar yarayla, asla köşesine çekilip dinlenmeyecekti!

Ve Da Fu o gece, sabah olana kadar Chuo Chuo’nın bedenini kontrol etti, ve Jue Chang’ı savurdu. Hiçbir ölü beden, bu ortak saldırı karşısında kulübeye yaklaşamadı!

Her şey sona erdiğinde, soluklanmaya fırsat bulamadan, ormanın içinden gelen kükremelerle birlikte Da Fu, kaşlarını çattı ve Chuo Chuo’yı kulübeye doğru yönlendirerek yeni bir koruma rünü yaptıktan sonra, geri çekildi.

Gün ağarırken, kısmen; içlerinden en iyisi olan, tütsülenmiş odanın içerisinde; bir kedi, yorgun bir beden, ağır bir yaralı ve henüz kendi bedenine kavuşmuş çıplak Pan Chuo duruyordu.

Da Fu, dudaklarını birbirine sımsıkı bastırdı, tüm iradesi ve gücü orada toplanmış gibiydi. Ağzını açarsa kan kusacağını biliyordu, kasılmak yeterince zordu. Bu yüzden kendini bastırmaya devam etti. Yarı baygın gözleri etrafı kolaçan ederken, yeterince iyi gözüküyordu.

Sırtını duvara vermiş bağdaş oturmuştu. Sağlam elinin altında, kılıfı olmayan Jue Chang dimdik bir şekilde duruyordu. Parlak metalin, keskinliği ve soğukluğu göz kamaştırdı. Da Fu neredeyse tüm ağırlığını ona vermişti.

Chuo Chuo, kulübeye çekildiği zaman ciğerlerini kaplayan ve damarlarında asice dolaşan kızıl kırbaç ile yorgun düşmüş ve bir kenara çekilmişti. Gün ışığı pencereden görünmeye başladığı an, dört metrelik altın kaplanın silueti, kristal gibi parçalandı, havaya karışan toz tanecikleri, altın tanesi gibi göz kamaştırıcı, ateş böcekleri gibi güzellerdi.

Ardından zeminde gri tonlarına kaçan; soluk, beyaz tenli, omuzlarına değin gelen beyaz saçları, kaslı bedeni ile cenin pozisyonunda uyuyan güzel bir erkek bırakmıştı.

Yüzünün hatları, diğer formu ile aynı vahşi keskinliğe sahipti. Yanakları içe dönük, çene bitimi keskindi. Kaşları kalındı ve kıvrımlı iki kılıcı andırıyordu. Yüzünde sert bir ifade vardı.

Gözleri kapalı olmasına rağmen, kısa ve dağınık kirpiklerinin ve hafifçe çatık kaşlarının yarattığı etki ve göz pınarlarının bir kaplanınki kadar belirgin görünmesiyle beraber, yaydığı soğuk ve tehditkar enerji hala aynıydı.

Gözlerini uzun zaman sonra açtığı zaman, kafasını istemsizce kaldırıp gerinirken, köşede duran Saygıdeğer Efendiye doğru baktı.

Da Fu, rengi yitmiş dudakları hafifçe titreyip solgun bir ifade ile onu karşıladı. ‘Günaydın, Pan Chuo.’

Chuo Chuo, yerde kıvrılan bedenini yavaşça doğrulttu. Ve ihtiyara bir bakış attı. Bu geçirdiği en zor dolunaydı. Donuk, bal rengi göz bebekleri hala aynı bakıyordu. Üzerinde bir sersemlik vardı.

Da Fu, düşündü; Ayağa kalkmayan ve gözlerinde bir ifade olmadan etrafa kısaca göz gezdiren altın kaplan, muhtemelen kendine gelememişti. İç güdülerinin etkisinden kurtulmak, biraz sersemletici olabiliyordu.

Birbirine girmiş kar beyazı saçlarla hala oldukça heybetli gözüküyordu… Ve…

Ve…….. MÜSTEHCEN!

Kaşları belli belirsiz çatıldı.

Elinde olsa hemen kalkıp giyinmesi için bağırırdı, ama şu anki durumu ile bunu yapamazdı!

Da Fu, gözlerini devirirken Chuo Chuo, iki ayağı üzerine kalktı. Daha bir adım atmadan ellerinin ve dizlerinin üzerine kapaklandı!

Çıplak bedeninin her bir santimi gün gibi ortadaydı!!!

Chuo Chuo, her şeyden habersiz öylece olduğu yerde durdu.

Şaşkındı, dolunaydan dolunaya değişen bedenine hakim olmakta her zaman zorlanıyordu. Aklı karışıktı. Neden ayakta duramadığını anlayamadı. Zemini tutan büyük ellerine göz gezdirdi. Sonra alışkanlık gereği yardım istemek için Da Fu’ya bir bakış attı.

Da Fu, gözlerini kapatmış, bakmayı reddediyordu.

Böylece Chuo Chuo, huzursuz bir hırıltı çıkardı boğazından. Da Fu, gözlerini açmayınca, Chuo Chuo dizlerinin üzerine oturdu ve düşündü. Sonra bir defa daha denedi. Sonuç aynıydı. Üçüncü denemesinden sonra, sonunda uyuşmuş olan uzuvlarının her birini kullanabilmeyi başarmıştı.

“Sh-Shen.” dedi genizden boğuk ve derin gelen bir ses ile. Da Fu, tanıdık ses ile birlikte omuzlarını hafifçe kaldırıp, gözlerinden birini araladı. Kendisine doğru gelen, çıplak bedeni gördüğü gibi vücudu daha da soğudu.

Da Fu içinden küfretti; Bunu gerçekten görmek zorunda mıydı? Dürüst olmak gerekirse, bu midesini alt üst ediyordu. Yüz yıl içerisinde ortak yıkanma yerlerine bile gitmemişken, Chuo Chuo’nın her defasında aynı alıklıkla tüm vücudunu ahlaktan yoksun bir biçimde sergilemesi kanı beynine sıçratıyordu…

Bu düşünceleri bilmeyen Chuo Chuo, Da Fu’nun yanına çoktan yetişmiş, gücünü kontrol etmeyi beceremeyerek kabaca sağına oturmuştu.

‘Bam,’

Çıkan sesle birlikte ürken Da Fu titredi. Hemen sonra içinin öfkeyle dolmasına engel olamayarak gözlerini ardına dek açıp sinirle Chuo Chuo’nın ifadesiz gözlerini yakaladı.

“Shen-n. Xing–~nyun.” dedi bir defa daha. Bu sefer ses tonu hafifçe yumuşamıştı. ‘Nasıl hissediyorsun?’ ya da ‘iyi misin?’ derken, hafifçe yumuşatılan ses tonuyla söylemişti.

Aniden aklına, Da Fu’nun bir yığın azarlaması geldi, ve hepsi de arka tarafı ve önündeki şeyle ilgiliydi… Büyük avuçları, kucağına yöneldi ve mahrem yerini beceriksizce örttü.

Da Fu, dudaklarını büzdükten sonra çatık kaşlarla birlikte, önüne döndü ve elini Chuo Chuo’nın gitmesi için salladı. Onunla uğraşacak kadar güçlü değildi. En azından insan bedenine dönmüştü. Ve şimdilik idare edilebilirdi. Chuo Chuo’nın zihni hala berrak değildi bu yüzden yüzünde kendine has sert ifadesiyle yanında durmaya devam etti: “Shen Xingyun…-İyi mi?”

Da Fu mırıldandı: “HMN HMN!!!” -Şimdi üzerine bir şeyler geçir lanet olasıca!-

Kısa bir aradan sonra Chuo Chuo’nın boş bakan gözlerinde parıltıların izi görüldü. Yeni filizlenmiş küçük birer tohum gibi, toprağın altından çıktı ve sessizce büyüdü. Kendine gelmeye başlamıştı, ve yüzüne bile bakmayan Shen XingNyun’u* (Chuo Chuo’nın istemsizce çıkardığı sevimli sesi taklit ediyor) söylediği gibi rahat bırakarak doğruldu. Da Fu, çoktan yüzünü çevirmişti bile.

Odadan çıkan koca cüsseli adama bir kez bile bakmadı. Zaten iyi hissetmiyordu. İradesi de ani öfkesiyle birlikte parçalara ayrılıp havaya karışınca ağzını açtığı gibi, tekrar öksürmeye başlamıştı.

Göğsü bir defa daha taze kana bulandı. Gözleri acıyla yaşardı ve dudakları vücudunda kalan son güçle titredi. Kusmak yorucuydu ve gözleri ruhsuz bakıyordu. Kontrolünü yitirdiğini ve bir avuç afyon dumanını birden içine çekmiş gibi bedeni ve ruhu arasında uçurumlar olduğunu hissetti. Gidip gelen görüşü için gözlerini birbirine kenetledi.

Güneşin ilk ışıkları altında, bedenini saran bir sürü kırmızı örümcek zambağı arasında* ölmek istedi.

 

– Bu çiçek kan  ile ilişkilendiriliyor yani Da Fu kendi kanı içinde boğulmak istiyor gibi bir izlenim var. ayrıca yeniden doğuş simgesidir-

Kahkaha atmak, bedenini saran bu deli saçmalığı kinin onu ele geçirmesine izin vermek istedi.

Bu sikik düşüncelerin arasından, ölmeyi en çok hak eden ikinci kişinin, şilte üzerinde yatan kişi olduğunu düşündü.

Uzun zamandır suskundu. Uzun zamandır, kimseden bu kadar nefret etmemiş, kimseyi öldürmemiş, geçen altı saat içinde bile hiçbir zaman kiniyle hareket etmemiş, sağduyusuyla Jian Yi’nin nefes almasına izin vermişti.

Şimdi ise, gücü olmamasına rağmen, ayak parmaklarından saçının en uzun teline kadar titrerken, kalbine düşen dürtünün öldürme iç güdüsü olması acınasıydı!

Bedenini serbest bıraktı. Jue Chang, kolunun altından kayarken kendisi ise sağ tarafa doğru düştü. Kafası ile zemin yerle buluştuğu gibi, Jue Chang’ın soğuk ve tok iniltisi kulaklarına doldu. Kılıç birkaç defa tıkırdadı ve sonunda hareketsiz bir biçimde zeminde durdu.

Dudaklarının arasından kaçan kül karası kan damlaları süzülüp, zemine rehavetle düştü. Her bir damla yavaşça, soğuk dudakların zevkini çıkararak, kıvrımlı çenenin çukurunda birikti ve aşağısında oluşturduğu kan birikintisine sessizce düştü. Çıkan ses, belirsizdi. Ama çınlayan kulaklar damlayan kanın, suyun üzerine düşen küçük bir çakıl taşı gibi ses çıkardığını duydu.

Da Fu, biraz bekledikten sonra gözlerini araladı ve kirpiklerinin arasından Chuo Chuo’nınçıktığı kırık kapı kirişine baktı. Dünkü kavgadan nasibini almıştı. Ve çatlaklarına gri toz tabakası çökmüştü bile.

Ama gözleri yine odağını kaybetti.

Bedenini kavuran acı nasıl tarif edilebilirdi ki?

Dört kaplan pençesi, jilet gibi sırtındaki deriyi söküp aldı. Nasıl göründüğü konusunda en ufak bir fikri yoktu.

 

Da Fu dayanıklıydı ve dişlerini sıktı, sırtındaki pençe izlerinin sızısı yavaşça artarken sustu. Ve ilerlemeye devam etti.

Bu sefer altın kaplan, acımasızdı. Ani bir atakla, diğer pençeyi savurdu. Boyutları uzundu. Kanca gibi öne doğru kıvrılmış olan ucu keskin pençeler Da Fu’nun bedenine saplanırken, o; ne yapacağını bilemedi. Anın etkisiyle ve inatçılığıyla boğazını tırmalayan haykırışın acı ve toy hissini yutmaya çalıştı.

Ama sadece bu da değildi!!

Chuo Chuo, acımasızdı. Darbesinin etkisinin ölümcül olduğunu biliyordu ve bedenini ele geçiren açlıkla, daha da bastırdı.

Pençeler sırtından girdi ve karın boşluğundan çıktı. Ardından büküldü ve ondan bir şeyler almak umuduyla geri çekilmek üzere ilerleyip bir anda durdu.

Chuo Chuo, dayanmak istedi ama yapamıyordu. Ve Shen Xingyun’in bağırsaklarını, midesi ve diğer alt organlarıyla beraber dışarıya çıkarmak yerine kendine doğru çekti.

Bunlar bir ölümsüzün gözleri olmak için oldukça dokunaklıydı!

Sözde kibirli, ve yüce ölümsüz efendiler, Da Fu’nun düşmanı ile savaştığı meydanda, bu gözlerle savaştığını bilseler, büyüleyici güzel olan, renkleri birbirine harmanlanmış kehribar* gözleri yerinden sökerlerdi!

Önce parmaklarını acımasızca, üst boşluğuna iter ve daha sonra ileriye doğru çekmeden önce göz yuvalarında döndürürlerdi!

Böylece bir halta yaramayan ölümsüz; bir daha o gözlerle, o kirpiklerine yapışmış nem ile diğerlerine bakamasın!

Bu saçmalıktı! Tüm bunlara katlanırken, boğazına saplanan mızrakların acısı ile, susmaya devam etmek tamamıyla gereksiz bir inatçılıktı!

Da Fu düşündü: Ahmak adam, buğunun ardından kendisine bakan sarı ve vahşi gözleri yakalamak umuduyla direnmeye çalıştı. Güçten yoksun kolları, Kaplan ruhunun kalın ve uzun, kral kürkü arasında kaybolurken, utanmadan onu itmeye bile çalışmıştı.

Eğer gerçek bir gururu olsaydı, orada öylece ölmek en iyi seçimdi!

İğrenç, son derece iğrenç!!

Acıyla Chuo Chuo’nın altında kıvranırken, avuçlarının etine bile değmeyişini hissetmesi ve dudaklarını birbirine bastırmasına rağmen boğazından boğuk bir inilti çıkarması, utanç vericiydi, iğrençti; kendi iradesinden yoksundu!!!

Tüm bunları düşünürken, ifadesiz yüzü karardı ve kendini, sadece arkasında duran adama küfretmekten alı koyamadı! Bu ahmak ve cüretkâr adam, onun gibi ahmak sözlerini yanına alıp aştığı tüm o sikik yolları geri dönseydi her şey iyiye varırdı!

Ne olmuş onu tanıyorsa? Da Fu’yu herkes tanırdı. Adından ve sanından herkes korkardı. Bir umut, tüm o kötülüklerin içerisinde ona sempati beslemiş olabilirsin, ama bu buraya gelip tüm düzenini alt üst etmeni gerektirir miydi ki?

Ve sadece bu da değil, kendi ölümü bile artık Da Fu’nun sorumluluğundaydı. Unutulmuş eski bir arazide yaşayan bir adamdı. Ve geldiği gibi yıkımı ardında sürükledi. Gülen yüzünün altında kesinlikle başka bir maske vardı! Yaşaması tesadüf bile olamazdı. Bütün kötü sözleri yüzüne karşı söyledi ve dayak yediğinde ona yalvardı. Sahi Da Fu, neden ona o kadar ihtiyatlı ve şefkatli yaklaşmıştı ki?

O kadar konuşma arasından beynini bile bulandırmış ve ona iyi davranmıştı. Kustuğu her bir cümleyi sineye çekip ilacı bile elleriyle sürdü. Peki o ne yapmıştı?

Jue Chang, kötü bir ruh haline bürünen beden ile birlikte hafifçe titredi, ve kendisini savurdu. Ucu duvarı delip geçerken, Da Fu bir an gözünü kırpmamış, kasvetli yüz ifadesi biraz bile değişmemişti!

Biraz sonra Chuo Chuo dağınık bir biçimde giydiği kıyafetlerle çıka geldiğinde, yere yığılı olan Shen Xingnyun’nun karanlık yüzünü ve yeniden kana bulandığını fark etti. Muhtemelen, içinde tutamadığı kan yüzünden öfkelenmişti.

Kasvetli oda kanın kokusuyla ağırlaştı. İçeride nefes almak çok zordu. Dışarıyı saran ölü kokusu da geniz etini yakacak kadar keskindi. Ve yeri kaplayan taze kanın rengi, ayrıca metalik kokusu cabasıydı. Dışarıda esen rüzgar, pencereden girdi mi, nefesini tutmak zorundaydı.

Bir kaplanın koku algısı yüz insanınkine eş değer. Cesedi uzun zamandır toprağın altında şişmiş, içindeki metan gazı ve çürük kokusuyla kanı zehirli bir siyaha boyanmış her bir hortlağın taşıdığı sefil koku, beynini felç ediyordu.

Chuo Chuo, bütün bunları göz ardı etti ve yerdeki bedene baktı. İnsan bedeninde iken daha kontrollüydü. Da Fu’ya doğru yöneldi ve yanına diz çöktükten sonra yaralarını kontrol etti. Bu sefer daha nazik bir iniş yapmıştı.

Donuk bakışlı ihtiyarın soğuk kayıtsızlığıyla uyarıldı: Chuo Chuo “Uyanık ol.” dedi kalın sesiyle.

Da Fu kıpırdamamayı seçti, ve kalabalık kirpiklerinin arasından zorlukla seçilen göz bebeklerini başka tarafa çevirmeye zorladı. Bilincini kaybederse dışarıdaki kalkan tekrar kırılırdı. Ve yeni bir savaşa hazır olmayan Da Fu kesinlikle ölü bedenlere ziyafet olurdu!!

“Sırtın iyi.” Diye belirtti aynı şekilde Chuo Chuo. “Diğerleri kötü.”

Da Fu sınırındaydı ve Kulağına fısıldanan tüm o ‘belki de bilincini kaybetmelisin, böylece bu saçmalıklara daha fazla katlanmayıp, sessizce yemek olabilirsin!!!’ sözlerini bir kenara iterek, Chuo Chuo’nın gereksiz sade ve anlaşılmaz kelime seçimleri için kötü kötü baktı.

-Öncelikle ne kadar kötüydü, ve kötü derken neyi kastediyorsun? Dikebilir misin? Ya da sarmalayabilir? Tepemde ahmak gibi dikileceğine yeri kaplayan tüm o bitki ve özlerini kullanmayı deneyemez misin? Ya da onları kullanmak gerçek bir çözüm olamayacak kadar kötü mü???-

Chuo Chuo, gözlerini kısıp kendisine tiksintiyle bakan adamı fark ettiğinde başını sallayıp devam etti: “Çok kötü.”

Evet Pan Chuo, Saygıdeğer İmparator! Vahşi ruhların efendisi ve yasaklı yerlerin kral- ve mülk sahibi! Bunu anlamak için bir doktor olmaya gerek yok ya? Beden hareket etmiyor, ve bu kısa cümleler için henüz yüzüne bir şaplak inmedi? Öyleyse gerçekten kötüdür, değil mi????

Bezgince; “Söyle artık,, ne yapmalıyım.” dedi belli belirsiz.

Ve Chuo Chuo da soğuk gözlerini Da Fu’ya dikerek; “Demirle dağlanmalı. ” dedi.

Da Fu, Chuo Chuo’nın cümlesi bittiği gibi buz kesti. Bunca acıdan sonra dağlanmak kesinlikle onun için Kesinlikle ölümdü! Ölümsüz olması kaderini değiştirmeyecekti! Chuo Chuo kutsal silahlardan daha güçlü bir enerjiye sahipti. Ve tüm bunlara dayansa bile dağlanmak mı?

Aklını mı kaçırdın!?

Aynı karanlıkla: “Hayır.” dedi tıslayarak .

“Bu saçma düşünceleri kendine sakla.” diye devam etti.

Chuo Chuo da aynı yüz ifadesi ile dikkatlice düşündü. Kısa bir sessizliğin ardından: “Pan Chuo dışarıya çıkar ve bir şans gerekli şeyleri bulabilirse, içeri girmesi için Shen Xingyun kalkanı kaldırmak zorunda kalacak. Shen Xingyun, İkincisi için yetince güçlü değil ve öyle olsa bile, Pan Chuo içeriye varmadan yeni bir hortlak dalgası kulübeyi sarardı.” Yavaş ve tek tek seçtiği kelimelerden, Da Fu için uygun bir konuşma yaptığı anlaşılıyordu.

Hah, gerektiği zaman ne kadar da güzel konuşabiliyordu…

Da Fu, belli belirsiz kaşlarını çattı ve doğrulmayı denedi. Ancak kendini bastıran kuvvetli el onu yerine mıhlamıştı. “Acele etme.”

“Sana verebilecek yeterince ruhani gücüm yok. Bu yüzden Shen Xingyun buna dayanmalı.”

Da Fu’nun karanlık yüzü kasvetli bir hal almıştı. “Büyü…”

“Her bir öz suyu ve toz haline getirdiğin bitkiler birbirine karıştı. Ve o kanına karışmadan önce ölebilir.”

Ardından ekledi. “Merak etme, acıyı hissetmemen için elimden geleni yapacağım.”

“……….”

“Ve, Pan Chuo’nun ruhani özü dengelendiği zaman daha iyi hissedeceksin… En azından, şimdiki halinden iyi olacağın kesin.”

“…….Kes sesini.”

“Senin için-”

“SUS.”

Elinde pek bir seçenek var gibi görünmüyordu. Yin enerjisi ile Chuo Chuo’nın insani bedenini çağırabilmişti, ama bunun da belli bir süresi vardı, ve agresifliği için de bir şeyler yapması gerekiyordu…

Hortlaklardan kaçmak için, vahşi bir yaratığın ağzına saklanmak! Olan şey kesinlikle buydu!!!

Başka bir seçenek var mıydı ki?

Bedeni deliklerle doluydu!

Ve üzerine kızgın bir demirle dağlanacak mıydı?

 

Two Thin Worlds (BL)

Two Thin Worlds (BL)

İki İnce Dünya , 两个薄的世界, Two Thin Worlds
Seviye: Ongoing Tür: Yazar: Çizer: Orjinal dil: Çince
Dikkat: kitap kan, soykırım, ve NSFW içermektedir. Kitap +18'dir. Bölümler başında uyarı olmayacağı için sorumluluk size aittir.  Shen Xingyun, Jiujiang lanetinin baş sorumlusu olarak görülüyordu . Yüz yıl boyunca talihsizlikler silsilisinden kurtulamayan, LianHua kasabası, bütün felaketlerin hedefi olarak gösterilmişti. Köyüler yeterince masumdu, ve kötü adam bir iblisin suretinde bürünmüştü! Bunca sessizliğin ardından ve birçok felaketin sonunda huzura kavuşan LianHua kasabası bir defa daha sarsıldı! Bu sefer dolunay’ın başladığı yedi gündü sorun! Shen Xingyun’in istirahate çekildiği o kulübe her şeyin başlangıcıydı. Ve şimdi de yeni bir felaket öncesi sessizlik yaşanıyordu!   Talihsiz genç Jian Yi gelmek için kötü bir günü seçti. Güneyin Söğüt Efendisi acımasızdı, geleni hoş karşılamadı. Ancak pes etmeye niyetli değildi.   Birbirbirinden nefret eden ve etmeye çalışan bu ikili, birbirine sıkıca bağlandığında bunun nasıl olduğunu anlayamamışlardı. Da Fu dünyanın kötülükleriyle kapana kısıldığını ancak sıcak ve güçlü kollarla kucakladığında anlamıştı. Ve Jian Yi ise zaten hep buraya aitmiş gibi, Da Fu’nun Yeşim beyazı teninde hayat buldu. Bu planlanmamış yakınlaşma, Ulu Nehrin koruyucusunu bulmaya engel olabilir miydi? Jian Yi tüm korkularını geride bırakarak biricik aşkının isteğini yerine getirmeye kararlıydı. Ve olaylar istemsizce geliştiğinde her şey tepe taklak olmuştu.   Hemen oku!

Yorumlar

Ayarlar

Karanlık Modla Çalışmıyor.
Sıfırla