Two Thin Worlds 29. Bölüm

Sevgili Ölümsüz, İçtiğinde Cana Yakın | Birinci Kısım

Karnı oldukça şişmiş olan Hui bir nedenden dolayı uyandı. Utanmazca masaya atladı ve boş içki şişesinden birini devirerek esnedi.

 

Mu Yang, Hui’nin böylesine bağımsız hareket edebileceğini hala kabul etmiyordu. Onu iyi eğitmişti. Ve özgürdü, ama bunu yapması biraz,, başına buyruk olduğunu göstermiyor muydu? Tıpkı diğer kediler gibiydi.

 

Da Fu yüzünü buruşturup kadehini kendine doğru çekti. Ondan gerçekten rahatsızlık duyuyor gibiydi. Yol boyunca, Hui’yi bağrında taşımamış gibi davranıyordu. Hui, bir anda Da Fu’ya doğru atıldı ve onun güzel elini parçaladı.

 

“Bunca şeyden sonra minnetini böyle mi gösteriyorsun!?”

 

Mu Yang keyiflenmişti. Hui gerçekten de, öfkeliymiş gibi pençesini yapıştırmıştı!

 

Tırnakları oldukça keskindi. Ve ince bir kan yolu yavaşça süzülüp masaya damladı.

 

“Kedini kontrol altında tutabilme şansın var mı?” Jian Yi fısıldadı.

 

Mu Yang omuzlarını silkti. “Beni dinlemiyor biliyorsun.”

 

Hui tekrar atlayacaktı ki Mu Yang hızlıca konuştu,” Ama bir deneyeyim… Hui!” Hui arkasını dönüp, Mu Yang’ın kucağına atladı.

 

Bu küçük yaramaz kedi, bunu mu bekliyordu? Üstelik ona saldırmak için bir nedeni de yoktu. Kulübede en azından sözünü biraz olsun geçirebiliyordu, Ama şimdi sahibine güveniyor olmalıydı. Da Fu gözlerini kısarak ve elini tutarak öfkeyle bakıyordu.

 

Jian Yi, cebinden bir mendil çıkardı. Bu mendil, büyük annenin verdiği mendildi. Özenle katlamıştı, işlemeleri yeniydi ve muhtemelen kullanmak için işlenmemişti.

 

“Bunu kullan,” Da Fu, uzatılan yardım eline sıcak bakmadı, ama mendili aldı. Ve eline iyice bastırdı.

 

Saat iyice ilerlemişti.

 

Doğrusunu söylemek gerekirse, her iki şekilde kurulan köprüler yıkılmıştı. Herkes içti ve sustu.

 

Bunun üzerine yorgun hisseden ve diğerlerinin iyice sarhoş olduklarına kanaat getiren Mu Yang, handa kalmanın daha iyi olacağını söyleyerek herkes için oda kiralamak üzere aşağı indi.

 

Fei Xiao, yanında oturan Da Fu’ya eşlik etmek için uzun zaman boyunca çabalamıştı. Ama geride bırakılan üç saat içerisinde Da Fu sessizce içmeye devam ederken, Fei Xiao, olduğu yerde sallanmaya başladı. Ve bir de boynundan başlayarak tüm yüzü yavaş yavaş kızarmıştı.

 

Ah Guo’nun midesi bulanıyordu ve bir eliyle burun kemerini sıkarak başının zonklamasını dindirmeyi umdu.

 

Diğer yandan Jian Yi ise alkole dayanıklıydı. Sadece sıcaklamıştı ve bilinci hafifçe bulanıktı. Ancak ne saçma konuşacak kadar sarhoştu ne de dengesini kaybedecek kadar. Her zaman bilincini açık tutmayı başarıyordu.

 

Aşağıdan, birkaç gürültü ve bağırış geldikten kısa bir süre sonra Mu Yang, kasvetle tekrar yukarıya çıktığı zaman yığılı olan kişilere bir süre baktıktan sonra boğazını temizledi. Öncelikle kime söyleyeceği konusunda karar veremedi. Sonuçta Da Fu, yargılanmak üzere gidiyordu. Ama bir yandan en kıdemli kişi oydu, o bir ölümsüzdü. Bir de eskiden Lei Bing’in arkadaşıydı. Muhtemelen ona iyi davranması gerekiyordu. Bu yüzden, birkaç saat önce olanları görmezden geldi. Ve isteksizce seslendi.

 

“Ahem.. Efendi Da Fu,”

Da Fu uzun uzun bir yere bakıyordu. Elinde yarısı dolu küçük içki bardağı vardı. Ve iki eliyle göğsünün hizasında tutmuş, öylece dikiliyordu. Sesi duyduğu zaman, rehavetle gözlerini kırpıştırıp Mu Yang’a doğru döndü.

 

“Efendim, sadece iki oda var ve.. Şey bir çözüm bulmak için…”

 

Da Fu bir süre baktı ve sonra başını hafifçe salladıktan sonra boğuk bir sesle söyledi :” Anladım. Çözüm istiyorsun.” Sustu, sonra dalgınca gözlerini bir süreliğine indirdi. Bu kısa süre içerisinde Mu Yang, iki nefes almıştı ki başını kaldırıp ” Bir oda sizin için ve bir oda benim için.” dedi. Ve söylediği gerçek bir çözümmüş gibi yüzünü sakince döndürdü. Ardından elinin altındaki bardağı alıp bir yudum daha aldı.

 

Mu Yang, bu sözleri duyduğu gibi sinirden kıpkırmızı olmuştu. Tepinip tüm masayı devirmemek için kendini zor tutuyordu. Ama bir şekilde tüm öfkesini yutmayı başardı ve zorlukla konuştu.” Aslında odalar üç kişi kalmak için bile epey dar bu yüzden- belki de, o yani öhö-Xiong bir geceliğine sizinle kalabilir..”

 

Jian Yi söylenenleri zorlukla duymuş gibi bir süre kaşları çatık bir biçimde duruyordu. Da Fu da yüzünü ekşiterek baktı.

 

“Saat gerçekten çok geç, ve erkenden yola koyulmak için güzel bir uykuya ihtiyacım var. Bunu düşünerek bir karara varmanız benim için daha iyi olur.”

 

Mu Yang da bu gelişmelerden pek memnun değildi. Yapacağı tek şey sarhoş iki adamı sırtlayıp bir odaya götürmekti. Ve üstelik bunun için izin istemek zorundaydı!

 

” Daha önce hiç böyle hissetmemiştim. Hıck-” Mu Yang bakışlarını çevirip, kendi kendine hafifçe kıkırdayan Fei Xiao’ya yukarıdan baktı. Dudaklarını birbirine bastırdıktan sonra keyifsizce ağırlığını bir ayağından diğerine verdi.

 

Da Fu: “Ondan nefret ediyorum” diye mırıldandı kendi kendine. Ancak direk olarak Mu Yang’a hitap ediyordu.

“Diğer ikisi epeyi uğraştırıcı, ama daha iyi bir seçenek olarak görüyorsan, Ah Guo’yu alabilirsin.”

 

Fei Xiao bir kez daha hıçkırdı, ancak bu sefer canı acımış gibi yüzünü buruşturmuştu. Mu Yang anında dikkatini Fei Xiao’ya verdi. “Çok mu fazla içtin?” diye sordu, sesi dikenliydi. Konuşmak istememişti.

 

” Gege, beni mi merak ediyor? Hıck-” Bir eliyle karnının üst kısmını tutup hafifçe okşadı. “Gege’nin merak etmesine gerek yok, sadece hıçkırık yüzünden karnım kasılıyor.”

 

“Uh..” Mu Yang gözlerini devirdi, “Sarhoşken bile kin tutabilecek kadar ayıksın.”

 

“Akıllı olduğum için kıskanıyorsun… Çünkü, çünkü sen sarhoş olunca, hiçbir şey hatırlamazsın.”

 

“Hei Chan, ben sarhoş olmam.”

 

“Bana böyle seslenme. Asla, asla, asla, asla…Hıck…”

 

Mu Yang bıkkın bir şekilde Fei Xiao’ya baktı. Ardından Da Fu ya doğru döndü. Uzun zamandır konuşmamış olması işleri iyice yokuşa sürüyordu. Sadece biraz dinlenmek istemişti ve şimdi kapalı, kızarık göz kapaklarını gördüğünde Mu Yang resmen çökmüştü.

 

“Ben hallederim.” Dedi Jian Yi.

 

” Ah Guo ve diğerine iyi bakacağına eminim. Da Fu’yla ben ilgilenirim. ”

 

“İyi olacağına emin misin?” dedi Mu Yang. Tek kaşını kaldırıp sertçe sordu. Gerçekten de yorgun görünüyordu.

 

Jian Yi hafifçe tebessüm etti. Asi insan rolünü çok güzel oynuyordu. Ve söylediği onlarca şeye rağmen onun iyi olup olmadığını sorması Jian Yi’yi memnun etti. “Elbette. Asıl sen iyi olacak mısın? Ah Guo kusacakmış gibi duruyor..” Mu Yang cümlenin tamamını duyduğunda gözlerini kısıp kötü kötü baktı. Jian Yi’nin avucuna anahtarı bıraktı. Ve Ah Guo’nun önüne bir bardak su koyduktan sonra Fei Xiao’yu kolundan yakaladı.

 

“Ah. Hayır, hayır… benimle gelmeyeceğim… Yani seninle. Hıck…” Mu Yang, hiçbir şey söylemeden Fei Xiao’nun kolunun altına girdi ve kalkmasını sağladı.

 

“Bırak, bırak…Gege, bırak.”

 

“Birazdan bırakacağım, seni sırtlamaktan keyif almıyorum. Biliyorsun, büyüdüğün için çok ağırsın.”

 

“Evet. Önceden senden uzundum. Tekrar olacağım.”

 

“Aferin, aferin.”

 

Jian Yi eliyle gülümsemesini kapattı ve sessizce bir süre Fei Xiao’nun sürüklenmesini izledikten sonra döndü.

 

Kedi bile şişmiş karnıyla bir köşede uyukluyordu. Ve masadaki diğer iki kişi de aynı görünüyordu. Ah Guo suyu içtikten sonra başını masaya bırakmış derin bir uykuya dalmıştı.

 

“Ah, o muşmula suratlı sonunda gitti demek?” Gevşekçe esnedikten sonra kalan bardağı kafasına dikti ve oturuşunu değiştirip bağdaş kurdu. “Numara mı yapıyordun?” Jian Yi, Da Fu’nun çocuksuluğu karşısında dilini yutmuştu.

 

“Tabi öyle yapacağım! Seninle aynı odada kalacağımı kendi ağzımla onaylayacağımı mı düşünüyorsun!? Ahmak.”

 

Jian Yi, gözlerini kaçırdı ve sıkılganca düşündü: O gerçekten çok kabaydı.

 

“Peki, sonuçta aynı odada kalacağız. Bu yüzden bunu yapmana gerek var mıydı?”

 

“Sen önden gideceksin. Ben burada biraz daha kalacağım.” Eliyle yanında duran bir şişeyi kaldırdı ve dibinde biraz olduğunu fark ettiğinde bir çırpıda bardağına döktü. Ancak, bardağı sadece bir milim doldurabildi.

 

“Biraz daha içeceğim.” Dedi homurdanarak.

 

“Sana eşlik edebilirim.” Dedi Jian Yi hafifçe öne eğilerek.

 

Hah, eşlik mi? Bu küçük pire torbası kendisini ne sanıyordu?

 

“Çok yüzsüzsün. Mph” Da Fu yüzünü çevirdi. Aşağının fenerleri yavaşça söndürülüyordu. Jian Yi, Da Fu’nun daha fazla içmesini istemiyordu.

 

Onu biraz anlamış gibiydi. İlk gece içmişti, ve geldiği zaman hafif şakalarla karışık konuşması, cürretkarlığı içki yüzündendi. Jian Yi’yi umursamadan, ve kendi odasına gitmeden, olduğu yerde kıvrılıp uyumuştu. Şimdi de aynısını yapmayacağı ne malumdu? Sonuçta, bu onun alışkanlığıydı. Bariz bir şekilde, Jian Yi’yi başından savdıktan sonra burada kıvrılıp uyumak istiyordu. Üstelik yüzünü saklama çabalarını görmezden gelecek kadar pervasızca davranmayı bile umursamıyordu!

 

“Hadi~” Jian Yi sevimli bir ses takındı. Masaya doğru eğildi. “Benimle biraz konuş. Pişman olmayacağına emin olabilirsin.” Jian Yi’nin büyük gözleri ve sevimli gülümsemesi, sıcaklığını vurguluyordu. Burnu hafifçe kızarmıştı ve gözleri nemli görünüyordu.

 

Ne tanıdık bir sahneydi bu!

 

Da Fu, kollarını göğsünün önünde bağladı. “Hayır. Sadece burada oturmana izin vereceğim. Çünkü bana içki getirmeni istiyorum. Ve bir de…”

 

Kaşlarıyla, neredeyse bilincini yitirmiş olan Ah Guo’yu işaret etti. “Bu küçük adamı buradan al. İştahımı kaçırdı.”

 

“İştah?” Jian Yi muzipçe sordu. Şu an Da Fu’ya takılabileceği tek zamandı. Ve onun asi ve aksi sesini duymak, her ne olursa olsun önemliydi. “Bugün ne yediğini hatırlıyor musun?”

 

“Elbette, beni salak mı sanıyorsun? Bak… İşte bu yüzden burada istemiyorum seni.”

 

“Niçin?”

 

“Bana takılıyorsun değil mi? Önceden sana hatırlamıyorum dediğim için, kendine canımı sıkmayı görev edindin.” Ne uçuk bir teori! Jian Yi, dudağının iç kısmını gülmemek için ısırıyordu.

 

“Öyleyse, hatırlıyorsun geçmişi? Bana yalan mı söyledin?”

 

“Ne yalanı be! Hatırlamıyorum işte!”

 

Jian Yi geri çekildi. İstemsizce omuzları titriyordu.

 

“Neye gülüyorsun? Bana içki söyle ve defol.”

 

Mu Yang’ın homurtuları duyulduğunda, Da Fu kapıya doğru baktı. Bayık ve öfkeli bakışları, daha da koyulaştı. Fısıldayarak konuştular.

 

“Sakin ol, Ah Guo’yu almak için geliyor.”

 

“Sen de onlarla git. Ve bana bir içki söyle.”

 

“Bak, bu hala ağzına kadar dolu.”

 

Mu Yang paravanı itti. Ve homurdanarak Ah Guo’yu dürttü. Uyandığı zaman omuzlarını tutarak, sağa sola çarpmadan yürümesini sağlayarak dışarı çıkardı.

 

Şimdi bu masada sadece Da Fu ve Jian Yi vardı. Küçük kedi bile, Mu Yang’ın peşinden gitmişti.

 

“Bak, o da seni fark etmeyecek kadar yorgunmuş.”

 

Da Fu, somurtarak bardağını kaldırdı, Jian Yi de istek üzerine bardağı doldurdu. Bir süre Da Fu sadece içti. Her zaman, bardağı tutan eline bakıyordu. Soluk ışıklar yavaş yavaş kaybolduğunda, loş ortamda, parlayan beyaz suratı artık kireç beyazına dönmüştü.

 

“İyi olduğuna emin misin, bugün iyi beslenmedin. İstersen mutfağı kullanmak için izin alıp bir şeyler pişirebilirim.”

 

“Aç değilim.” Uzun, ok gibi öne doğru çıkmış olan kirpikler alçaldı. Kehribar gözler, kirpiklerin gölgesiyle bütünleşmişti. Zarif ve keskin yüz hatları. Dudağının kenarındaki küçük ben, hepsini, keskin gözleriyle bu uzaklıktan görebiliyordu. Üzücü ve uzak bir görüntüydü. Jian Yi bir nedenden dolayı duraksadı. Gözleri aşağıya indi.

 

Kedinin çıktığı o kalın yakaları düzeltmiş olmasına rağmen, pelerinin altından göründüğü kadarıyla, yakaları düzensizdi. Bunun için çok uğraşmamış gibiydi.

 

“Beni gerçekten hatırlamıyorsun.” Jian Yi sessizce mırıldandığında, donuk gözleri, Da Fu’nun yüz hatlarını teker teker geziyordu. Sonunda, gerçeği fark etmişti. Bunu kendine ilk geldiği gün itiraf etmiş olmasına rağmen, kızmadığını ya da incinmediğini inkar etmişti. Ama şimdi burada, inkar edilemeyecek kadar sarsıcı görünüyordu.

 

“Seni hatırlamıyorum.” Dedi Da Fu, gözlerini bir anlığına kaldırmış, öylece diğeri gibi mırıldanmayı seçmişti.

 

Jian Yi, kırık bir gülümsemeyle geri çekildi. Yoğun kirpik tabakası alçaldı, ve o da kendine bir bardak doldu. “Sana biraz anlatabilir miyim? Bana izin verir misin? Kim olduğumu merak etmiyor musun?” dedi bir anda. Sakince söylenen sözlerdi. Yine de Da Fu oldukça tuhaf hissediyordu.

 

Karşısında duran bu adamı gerçekten hatırlamalı mıydı? Geçmişte ne olmuştu da buraya kadar gelmekte ısrarcı olmuştu. Olan onca şeyden sonra neden vazgeçmek yerine, İnatlaşıp, daha da sıkı tutunmuştu geçmişine.

 

O kadar aşağılanmadan sonra, kabul edilecek şey miydi bu? Küçük çıkınını yanına alıp geri dönseydi ne olurdu sanki?

 

Ama bir yandan da bütün bu gizemler cazipti. Onu tanımıyordu, ve yaptığı ve dayandığı onca şeyden sonra Jian Yi, biraz dinlenilmeyi hak ediyor muydu?

 

Elbette ondan nefret ediyordu, ama merak da ediyordu.

 

Da Fu, çenesini kaldırdı, ve şöyle söyledi. “Bana şimdi anlatma. Ama yalnız olduğumu gördüğün an her şeyi bir çırpıda anlat. Sana izin veriyorum. Şimdi anlatırsan, bir anlamı olmayacak. Seni düzgünce dinleyebilecek, ya da her şeyi detaylıca hatırlayabilecek güçte değilim. Tamam mı?”

 

Jian Yi’nin duyduğu sözler gerçekten iç açıcıydı. Da Fu muhtemelen sarhoştu ve bu yüzden biraz daha anlayışlıydı. Jian Yi, kalbine ağır gelen bu küçük sızının, hem mutlulukla hem de acıyla zonklamasını, ve kalbinin göğüs kafesine sertçe çarpması hissini sevgiyle karşıladı. Ona göre bu sözler altın değerindeydi.

 

Da Fu ona, dinleyeceğini söylemişti. Hatırlamak için çaba bile harcayacaktı. Jian Yi minnettarlıkla dolmuştu. Açıkçası biraz duygulanmıştı. Titreyen adem elması birkaç defa hareket ettikten sonra genişçe gülümsedi.

 

Gözleri, güzel ve mistik bir mehtap gibi parlıyordu. Kara ve büyük, badem şekilli gözleri, ve kısılmıştı. Kıvrık kirpiklerin altından ona minnettarlıkla bakıyorlardı.

 

Geniş gülümsemesi büyüleyiciydi. Saflıkla parlıyordu. İki gamzesi de öyle derindi ki, dudağının iki kenarındaki küçük kara deliklerle otuz iki yaşındaki bir adamdan çok, toy ve sevgi bekleyen küçük bir çocuğa benziyordu.

 

Da Fu, etkilenmişti. Kehribar gözleri büyümüştü. Göz bebekleri hayranlıkla inceliyordu. Bir anlığına Da Fu’nun gözleri parladı. Aynı kuyruklu yıldızın, geceyi aydınlatması gibiydi. Anında kaybolmuştu. İçmekten hafifçe kızarmış dudakları hafifçe aralıktı.

 

Daha önce hayatında, böyle içten gülümseyen biriyle karşılaşmamıştı. Bu zamana kadar kim bilir neler yaşamıştı. Dünyada hiç zorluk yaşamayan bir insanın böyle gülümsemesi olanaksızdı. Aslında, güzel gülüşler, arkasında her zaman büyük hikayeleri gizlerdi. Gülümseyen ve içten bakan insanların ortak özelliği, gözlerinde ve dudaklarında taşıdığı tek şeyin ‘hissettiği duygu’ olmayışıdır. Orada her zaman acı ve hüzün gizli olurdu.

 

Şimdi bu parlak gözlere bakınca, bu kadar şaşırmasının sebebi de buydu işte. Küçük bir tül perde gibi, bu insanı saran bir katman vardı. Fark edilmesi zordu. Ama, Da Fu fark etti. Onu saran surlar gibi, Jian Yi’nin de küçük bir sis tabakası vardı.

 

“Öyleyse, öyleyse uyumaya gidecek misin?”

 

“Hayır. İçmeye devam edeceğim.” Da Fu’nun sesi boğuklaştı. Utanarak yüzünü eğdi ve iki parmağını dudaklarına bastırdı. “İyi misin?” Jian Yi merakla sordu.

 

“Hm?”

 

Da Fu’nun sesi güçsüz çıkmıştı. Jian Yi, biraz endişelenmişti.

 

“Biraz su içmeye ne dersin, susamadın mı?”

 

“Hayır, sadece içeceğim. Sonra da uyurum.” dedi homurdanarak Da Fu. Yarım ağızla konuştu.

 

“Tamam, sana eşlik edeceğim.”

 

Da Fu, yine somurttu. Parlak gözleri bir nedenden dolayı tuhaf bir utanç barındırıyordu. Hışımla başını kaldırdığı zaman, saç tutamları önünde ve arkasında hafifçe uçuştu. “Eşlik, istemiyorum. Ne yapacağımı sanıyorsun? Ayrıca sana söyledim. Dediğim bir rica değil emirdi. Odaya git ve orada dur! Yüzünü görmek istemiyorum.”

 

Jian Yi, eğer deminki içten sözleri duymasaydı alınabilirdi. Ama şimdi sadık bir köpekten farkı yoktu. Gözlerini kırpıştırdı. Dudakları gülüp gülmemek arasında kalmış küçük birer çizgi halini almıştı. masum masum baktı.”Ama, içmek istiyorum.”

 

Sonra bardağını alıp tek dikişte bitirdi.

Two Thin Worlds (BL)

Two Thin Worlds (BL)

İki İnce Dünya , 两个薄的世界, Two Thin Worlds
Seviye: Ongoing Tür: Yazar: Çizer: Orjinal dil: Çince
Dikkat: kitap kan, soykırım, ve NSFW içermektedir. Kitap +18'dir. Bölümler başında uyarı olmayacağı için sorumluluk size aittir.  Shen Xingyun, Jiujiang lanetinin baş sorumlusu olarak görülüyordu . Yüz yıl boyunca talihsizlikler silsilisinden kurtulamayan, LianHua kasabası, bütün felaketlerin hedefi olarak gösterilmişti. Köyüler yeterince masumdu, ve kötü adam bir iblisin suretinde bürünmüştü! Bunca sessizliğin ardından ve birçok felaketin sonunda huzura kavuşan LianHua kasabası bir defa daha sarsıldı! Bu sefer dolunay’ın başladığı yedi gündü sorun! Shen Xingyun’in istirahate çekildiği o kulübe her şeyin başlangıcıydı. Ve şimdi de yeni bir felaket öncesi sessizlik yaşanıyordu!   Talihsiz genç Jian Yi gelmek için kötü bir günü seçti. Güneyin Söğüt Efendisi acımasızdı, geleni hoş karşılamadı. Ancak pes etmeye niyetli değildi.   Birbirbirinden nefret eden ve etmeye çalışan bu ikili, birbirine sıkıca bağlandığında bunun nasıl olduğunu anlayamamışlardı. Da Fu dünyanın kötülükleriyle kapana kısıldığını ancak sıcak ve güçlü kollarla kucakladığında anlamıştı. Ve Jian Yi ise zaten hep buraya aitmiş gibi, Da Fu’nun Yeşim beyazı teninde hayat buldu. Bu planlanmamış yakınlaşma, Ulu Nehrin koruyucusunu bulmaya engel olabilir miydi? Jian Yi tüm korkularını geride bırakarak biricik aşkının isteğini yerine getirmeye kararlıydı. Ve olaylar istemsizce geliştiğinde her şey tepe taklak olmuştu.   Hemen oku!

Yorumlar

Ayarlar

Karanlık Modla Çalışmıyor.
Sıfırla