Two Thin Worlds 32. Bölüm

Sevgili Ölümsüz; Bana bunların doğru olmadığını söyle...!

——

 

BG: MU YANG SEMPATİ DUYDUĞUNU DÜŞÜNÜYOR!!!

 

MU YANG: BU BİR SIR DEĞİLDİ! YÜZÜNE SÖYLEDİM!!!

 

JİAN Yİ: NE SEMPATİSİ BEN ONU KORUYORUM!!!

 

DA FU: BENİ KORURKEN KIÇIMIN DİBİNE GİRMENE GEREK YOKTU!!!

 

JİAN Yİ: SADECE KÜÇÜKLÜKTEN KALAN BİR ALIŞKANLIK!!

 

FEİ XİAO: BAĞIRMAYI KESİN AH GUO’NUN BAŞI AĞRIYOR– HICK!!!

 

—-

 

Jian Yi, uzun bir sessizliğin ardından fısıldayarak sordu, “Seni rahatsız mı ettim?”

 

“Evet!”

 

Öfkeli bağırışla gözleri şaşkınlıkla açılsa da, dudakları saniyesinde kıvrıldı ve bir gülümsemeyle gözleri kısıldı. Ancak bu gülümsemenin bin bir zorlukla gözler önüne serildiği bilinmiyordu. Çenesini avucuna yasladıktan sonra doğrudan Mu Yang’a doğru dönmüştü.

 

Mu Yang gözlerini devirdi, ardından bıkkınlıkla iç geçirdi. “Bir şey mi istiyorsun?”

 

Jian Yi başını hafifçe salladı. Yüzünde hala o sakin gülümseme vardı,

 

“İyi olup olmadığını merak ediyordum, bugün senin için de yorucu geçmiş olmalı.”

 

” Dinlenmek için o kadar acele ettikten sonra şimdi ayaktasın, gözünü bile kırpmıyor burada öylece dikilmekle uğraşıyorsun.”

 

” Söylediğin hiçbir kelimede seni ilgilendiren kısmı duyamadım. Kabalık sayılmayacaksa, burada durmaya devam etmek istiyorum. Bu yüzden sessiz olur musun?”

 

Jian Yi omuzlarını kaldırıp indirdi. “Tabi, senin tercihin. O halde burada durup seni rahatsız etmeyeceğim.” Dedi. Ancak ne yüzünü çevirmişti, ne de bakışlarını kaçırmıştı. Aynı şekilde orada öylece duruyor, rehavetle bakan gözleri, Mu Yang’ın öfkeyle çalkalanmak üzere olan yüz ifadesini okumaya çalışıyordu.

 

Odada olanlardan sonra dışarıya çıkmak, iyi bir seçimdi. Sabahtan bu yana, Mu yang ve Fei Xiao’nun küçük kavgası aklında yer etmişti. Dahil olmak gibi bir niyeti olmamasına karışın, Mu Yang’ın kasvetli halesini gördüğünde kendini durdurması olanaksızdı. Ayrıca olanlardan sonra, Da Fu ile ya da kendisiyle uğraşmak istemiyordu, bilmeden de olsa ilgilenecek başka bir konu aradı. Her ne kadar burnunu sokan, üçüncü kişi olmaktan sakınsa da şu an bir çekincesi yoktu. Sadece konuşmak istiyordu. Böylece yardımcı olabilecekti, Mu Yang’ın bazı sorunlarını çözmesine yardımcı olacaktı.

 

“Bu kadar yeter, ne istiyorsun? Beni rahat bırakmanı söylemiştim. Benimle uğraşmak yerine neden kendi sorunlarınla uğraşmıyorsun?” Mu Yang’ın öfkeli sesi, düşüncelerini bir perdenin arkasına itti.

 

“Hah, ne sorunum varmış ki benim??” Jian Yi bir anlığına dikkati dağıldığı için kendisini savunamadı. Doğru noktaya parmak basan Mu Yang gözlerini devirdi ve soğukça gülümsedi.

 

“Sadece bizi izliyor musun yani? Ben bir generalim, düşmanımın da dostumun da vücut dilini rahatlıkla anlayabilirim. Ve seninki de oldukça bariz. ”

 

Mu Yang, İşaret parmağını yüzüne götürüp her iki gözünü de işaret ettikten sonra kaşlarını kaldırıp indirdi. Jian Yi’yi işaret etmişti. Kızarık gözlerini kastediyordu.

 

Jian Yi kaşlarını hafifçe çattı, parmakları tereddütle sol gözünün kenarına gitti, ve hafifçe bastırdıktan sonra dudaklarını büzdü.

 

Sonra alıngan bir tavırla Mu Yang’a doğru bir bakış fırlattı. “Yeteneklerinin üst düzey bir seviyede olduğunu düşünmen toyluğundan kaynaklanıyor. Yoksa şimdiye kadar göremediklerini başkaları göstermek zorunda kalmazdı.”

 

İkisinin de canı sıkkındı. Jian Yi’nin yardım için uzattığı el anında geri çekilmiş gibi görünüyordu. Çünkü, bir yanı Mu Yang’a hala biraz ön yargılıydı. Bu yüzden uzun bir süre boyunca sakinliğini koruyamadı, konu hemencecik değişti.

 

Bu küçük bir sohbetten çok, meydan okuma gibiydi. Hangisi ilk önce bozguna uğrayacaktı, ya da hangisi büyük ve keskin sözlerini yutmak zorunda kalacaktı?

 

“Neyi göremiyormuşum? Bir canavara sempati duyduğunu görebiliyorum. Hatta görmeme bile gerek yok, onu hissedebiliyorum. Tarafsız düşünmeyen biri olarak bana akıl verecek olgunlukta olduğunu sanmıyorum.” Mu Yang alışkanlık gereği, yanında olan ilk kişiye saldırdı.

 

“Hey, bunun benimle ilgisi yok.” Jian Yi kötü kötü baktı.

 

Düşündü; Bu çocuk ne sempatisinden bahsediyordu ki? Jian Yi’nin bir sempatisi mi vardı? Önce geçmişi yad etmeye gelmişti, sonra ise ona yardım etmek konusunda karar kılmıştı. Hiçbir şey bilmese bile ona sempati duyduğunu düşünmüyordu. Bu sadece reddedilmenin sancılı inatçılığından başka bir şey değildi. Eğer Da Fu, geldiği gibi bazı şeyleri onunla konuşsaydı bu kadar ısrara ve ilgiye gerek kalmazdı. Odadaki olan diğer şey ise kesinlikle Da Fu’nun küçük kibarlığından etkilenmesiydi. Hatırladığı kadarıyla, Jingdezhen’e gidene kadar onunla geçirdiği süre boyunca Da Fu onun yüzüne bakmaya bile tahammül edemiyormuş gibi, onu her zaman aşağılar ve yalnız kalmak için elinden geleni ardına koymazdı. Bu yüzden etkilenmesi oldukça normaldi.

 

Mu Yang’ın sempati dediği şey kesinlikle bu olmalıydı. Jian Yi nin , Da Fu’yu çözmek için vermesi gereken dikkati ve ilgisi, ama bunlar kesinlikle sempati değildi! Ve bir de bunların hepsine ek olarak Da Fu’yu savunma görevini üstlendi. Evet, olanlar sadece bunlardan ibaretti.

 

“Kesinlikle toysun, benimle ağız dalaşına girecek kadar tecrübesiz ve sabırsız birisin. Ayrıca, buna gerçekten inanıyormuş gibi konuşmaktan kaçınmalısın. Tarafsız olmayan kişinin kim olduğunu ikimiz de biliyoruz. Da Fu’ya saldırdın, ve elinden geldiğince ona dişlerini gösteriyorsun. Ondan nefret ettiğin için en küçük boşlukta onu acıtmanın bir yolunu arıyorsun. Peki ya bu içindeki gerçek nefret mi, kin mi? Onun ilgisini istediğin için böyle davranmıyor musun?” Jian Yi kendini tutamadı.

 

“İğrençleşme! Kim onun ilgisini ister ki?”

 

“Bunun üzerinde hiç düşünmemiş gibi görünüyorsun. Onunla ne zaman konuşsan sana karşı hiçbir kinayeli sözde bulunmuyor, tepki bile vermiyor. Kılıcı boynuna savurduğunda bile… Ona canavar diyorsun, gerçekten Da Fu’nun öyle olduğunu düşünüyor musun? Eğer öyle olsaydı, söylediğin ilk kelimede tüm aile haneni yok ederdi.”

 

Mu Yang dudaklarını öfkeyle birbirine bastırdıktan sonra geri çekildi.

 

Ancak Jian Yi durması gerektiğini hiç düşünmeden devam ediyordu. “Başkaları üzerindeki baskı kuruyorsun… İçinde ne olup bittiğini gerçekten anlıyor musun? Fei Xiao’yu kırdın, Da Fu’ya saldırdın. Senden büyüklere bile saygı göstermiyorsun. Sadece güçlü olduğunu göstermek için her boşluğu değerlendiriyormuş gibi görünüyorsun. Bu seni sığ gösteriyor.”

 

” Ah Guo ve Fei Xiao’nun sakinliğinden yoksunsun. Onları örnek almalısın. Olan bunca şeyden sonra Da Fu ve bizim için hiçbir şey olmamış gibi havadan sudan sohbet etmeye devam ettiler–”

 

“Sözlerine ihtiyacım yok, saygıdeğer bulmadığım kişilere neden saygı göstereyim ki? Ayrıca Fei Xiao ile aramızda olanlar seni alakadar etmez.” Aslında Mu Yang, kendini bir hayli geri planda tutuyordu. Jian Yi’nin bahsettiği öfke ve saldırganlık, buz dağının görünen kısmıydı sadece.

 

Mu Yang’ın içindeki öfke dindirilemeyen ‘lanetli’ bir öfkeydi. Ve bu laneti, öfke diye adlandırmak kesinlikle olağandı. Saldırganlık ve yıkım arzusu, kanının her bir damlasına karışırken, ve Mu Yang kendisini dizginlemekle uğraşırken, nasıl olur da yine kabahatli sayılırdı?

 

“Aslında ediyor…”

 

Jian Yi, sonunda sesini yumuşatmayı başarmıştı.

 

Mu Yang, gözlerini kıstı. Bütün bu olanlar nasıl onu ilgilendirebilirdi ki? Onun hakkında ne bilip de konuşabiliyordu bu alt tabaka?

 

“Sert görünüyorsun, öylesin de, ama bir yanının gerçekten iyi ve barışçıl olduğunu düşünüyorum.”

 

” Seni kötülemek gibi bir amacım olmadı hiç. Sadece bunu düşün, herkese tepeden bakarken ve paylarken, küçük bir aksilik sırasında sırtını dayayacağın hiç kimse olmadığını düşünerek korkuyorsun. Bu yüzden hata yapmak senin için söz konusu bile olamaz. Ama bugün, birçok şey ters gitti, ve yalnız kaldığını düşünerek kendini sıkıntılı bir duruma soktun.”

 

Mu Yang’ın göz bebekleri titredi. Dudakları hafifçe aralık olsa da gözlerinde dehşete düştüğünü belirten bir ifade vardı. Büyük ve vahşi aslanı, nasıl olur da zayıflıkla itham ederdi? Mu Yang, hiçbir zaman yalnızlıktan korkan ya da yakınan biri olmamıştı! Bu küstah adam kesinlikle susmalıydı!! Da Fu ilk defa doğrusunu yapmış, dili pabuç kadar olan bu gereksiz adamı öldürmeye karar vermişti!

 

Bu küstah, ve her şeye burnunu sokan kişi…

 

Mu Yang boyun eğmeyi reddederken, parmaklarını avuç içlerine bastırıp yumruk yaptı. Öfkeyle titriyordu.

 

Jian Yi, gerginlik nedeniyle eskisi gibi durgun bir duyguya bürünmüştü. Odada hissettiği yıkıcı hislerden sonra az da olsa Mu Yang’ın sakin bir tavır bürüneceğini düşünmüş, Mu Yang’tan anlayış beklemişti. Ancak genç adam onu bilerek görmezden geldi! Jian Yi bunun olacağını bilse bile, öfkelerinin böylesine çarpışacağını bilememişti. Üstelik hiçbirinin öfkesi bir diğerine yönelik değildi!

 

Ah! Aptal Jian Yi, bu ahmağın işine nasıl olur da burnunu sokarsın !!!

 

“Neden öyle düşüneceğim ki? Hiçbir zaman arkadaş edinmeyi istemedim. Hiç kimseye güvenme gibi bir lüksüm yok, bu yüzden söylediklerinin gerçekten doğru olduğunu mu savunacaksın?”

 

” Kendine bakmaya ne dersin, herkesin sorununu çözmeye çalışmak gibi bir huyun mu var? Neden önce kendi sorunlarına odaklanmıyorsun?” Mu Yang bağırmadı, sitem etti ve öfkelendi.

 

“Ama Fei Xiao seni önemsiyor ve…– Benimkiler beni yaralayacak ya da uykumu almamı engelleyecek kadar kötü değiller, bu yanlış da olsa sadece yardım etmek istedim.”

 

“İşte bu komik.” Mu Yang sinirle gözlerini devirdi. Dili dişlerinin üzerinde gezerken hafifçe kıkırdadı.

 

Jian Yi, neden uyuyamadığını unutmuş olmalıydı ki böylesine iddialı cümleler kurabiliyordu.

 

Mu Yang’ın kimsenin ağzında sakız olmaya niyeti yoktu.

 

Jian Yi soran gözlerle ona bakarken kendini dikleştirdi, yardım istemeyen birine yardım etmek alışkanlığı değildi. Burnunu sokmak istemiyordu, sadece Mu Yang’ın bir şeyler fark edeceğini umarak konuşmaya dahil olmuştu. Jian Yi, yanlış yaptığını fark etti. Muhtemelen düzgün düşünemeyecek kadar yorgundu, ve içeride olanlardan sonra…. Haddini aşmış olabilirdi. Neticesinde Mu Yang söylediği gibi kimseden yardım istememiş, kimsenin düşüncelerine ihtiyaç duymamıştı.

 

“İyi geceler, sohbetin gerçekten hiç iç açıcı değilmiş Xiong.” Mu Yang gitmeye yeltendiği sıra Jian Yi’nin küçük sorusuyla durdu.

 

” Yani onun arkadaşı değil misin?”

 

“Değilim!”

 

Jian Yi anlayamıyordu. Yüzü karmaşık bir ifadeye bürünmüştü.

 

Fei Xiao’yu ölümüne korurken nasıl bunu reddedebilecek kadar sığ ve kendine kapalı bir insan olabilirdi ki? Resmen gözlerini yummuştu. Ne kendisini anlamaya çalışıyordu ne de etrafındaki diğer insanları. Jian Yi, Fei Xiao’nun işinin zor olduğunu sonunda fark etmişti. Zavallı çocuk, kim bilir ne zamandan beri bu inatçı kişiyle uğraşıyordu…

 

“Bunu söyleyeceğini hiç düşünmemiştim.” Dedi soğukça Jian Yi. Kaşları belli belirsiz çatılmıştı. Fei Xiao’yu anında gözden çıkaracak kadar acımasız olan o çocuğa nasıl yardım edebilirdi ki?Uyuyan birini uyandırmak kolayken, gözlerini her şeye bilerek yummuş olanı nasıl uyandırabilirdi ki?

 

“Fazla acımasızsın.” Dedi, mırıltıyla. Bilmeden dile getirmişti düşüncesini, sonrasında ise fark edip sustu.

 

Ancak odasının kapısına kadar varmış olan Mu Yang, onu çoktan duymuştu. Kapı koluna uzanan eli yarı yolda durmuş, öylece donup kalmış gibiydi.

 

Jian Yi’nin söyleyecek hiçbir şeyi yoktu. Bunlar onun gerçek düşünceleriydi. Mu Yang ona yeniden bağırmak istiyorsa, ya da reddetmek istiyorsa, istediği ne varsa yapabilirdi. Çünkü Jian Yi geri adım atmayacaktı. Gerçeği inkar etmeyecekti.

 

“….im.”

 

Jian Yi başını kaldırıp, genç adama bir bakış attı. Solgun ışıklar siyah cüppesinin üzerinde gezerken, omuzlarının yavaş hareketlerini gördü.

 

“Değilim.” Mu Yang omzunun üzerinden Jian Yiye doğru baktı.

 

“Acımasızlıkla ilgili ne biliyorsun ki? Yaptıklarımı sığ ve uzak bir bakış açısıyla nasıl değerlendirebilirsin? İçimdekileri görebilme gibi bir şansın olduğunu mu düşünüyorsun… Sen,” Kaşları acıyla yukarıya doğru büküldü. Yüzünde solgun bir gülümseme oluştu. Ancak, çölün ortasından geçen hayat gibiydi bu gülüş, Suçlayıcı ve kasvetli, hatlarını gizlemeye çalışan, kusurlu küçük bir maske gibiydi.

 

“Hiçbir şey bilmemene rağmen konuşuyorsun. Ucunda ölüm bile olsa takip ettiğin sözde güney söğüt efendisinin yaptıklarını bilmeden, oradan oraya öylece savrulurken, benimle ilgili çıkarımlar yapabilecek kadar bilgili sanıyorsun kendini.”

 

Mu Yang, tamamıyla Jian Yi’ye doğru döndü. İki kolu da bedeninin iki yanında öylece duruyordu. Başını eğdi. ” Fei Xiao’ya olan sevgimi sana kanıtlamak gibi bir gayem neden olsun ki? Kimseye kanıtlamak gibi bir gayem yoktu. Kimsenin bilmesine gerek yok. Onu kırıyorsam, istediğim içindir. Aşırıya kaçtığımı anlamayacak kadar kör değilim. Bana tavsiye verecek kadar saf değilsin.”

 

Jian Yi, irice açılmış gözlerle Mu Yang’a bakıyordu. Gece yine oyununu yapmış, insanoğlunun dilinden gerçekleri söküp almıştı. Jian Yi, ikilinin ilişkisini nasıl anlayabilirdi ki? O gördüklerini belirtmişti, ve aslında Mu Yang’ın bu bir ay içinde Fei Xiao’ya daha da zorbalık ettiğini bile bilemezdi.

 

Jian Yi, hiçbir şey söyleyemeden, Mu Yang başını kaldırdı. Gözleri derin ve karanlıktı. Kendinden emin duruyordu. ” Görmek istediğin şeyleri görüyor, istemediklerini ise bir hiçmiş gibi geçiştiriyorsun.”

 

Jian Yi hiçbir şey söylemedi.

 

” Da Fu’nun bütün zulümleri hak edecek kadar kötü olduğunu bir an bile aklından çıkarma. Bir yanım ona hayran, çünkü bütün bir öfkeyle birkaç nesil boyunca kaç ailenin hanesini yer yüzünden sildiğini biliyorum.”,

 

” Ve bir yanım ondan nefret ediyor, çünkü yaptıkları şeyler o kadar kötüydü ki, karanlık gücünün sınırını bilmeden önemli topraklara savaşı, kıtlığı, yetim ve öksüzleri bıraktı. Onun sessiz ve sakin, savunmasız ya da mağdur görüntüsüne aldanmam. ”

 

Jian Yi’nin yüzündeki ifade okunaksızdı. Gözleri durgundu. Yüzü ifadesizdi. Hiçbir tepki vermeden öylece bakıyordu. Mu Yang, duygu kırıntısı barındırmayan keskin çehreyi izledi. Suç ortağının yaptıklarını duyan biri gibi sakin ve tepkisizdi. Jian Yi’nin her şeyi bilip göz yumduğunu anladığında yorgunca kıkırdadı.

 

Jian Yi, bu söylenen şeylerin hepsinin yalan olduğunu inandırmıştı kendine. Ancak şimdi, güveni bir nebze olsun kırılmış gibiydi. Kısa süre önce odadan ağır ve yaralı olarak çıkmıştı. Daha önce hissedemediği yoğun yalnızlık ve özlem duygusu birbirine harmanlanmış, Jian Yi’nin vücudunu istila etmişti.

 

O şu an ne düşüneceğini bilemez bir haldeydi. Biraz öfkeliydi ve kalbinin sertçe çarptığını biliyordu.

 

Düşündü; Geçit ormanında olanlardan sonra, Da Fu’nun kendisini bilerek öldürmek istediğini itiraf ettikten sonra… Doğrusu Mu Yang haklıydı. Da Fu’yu affetmek için bin bir bahane sunuyordu kendisine. Hayatı söz konusuyken, yine Da Fu’yu koruyacak kadar kör davranmıştı.

 

Evet, bir yanı biliyordu gitmesi yanlıştı, göz korkutmak için yapılan küçük bir meydan okumaydı, Ancak bir yani kırgındı, nasıl onu öldürmeyi düşünebilirdi ki, duyduğu gibi bembeyaz olmuştu. ve geceye kadar her şeyi unutacak kadar kinden yoksundu. Onu affetmek, kin tutmaktan daha kolaydı. Ona yakın olmak, ondan uzak durmaktan daha iyiydi.

 

Şimdi gerçekler yüzüne böyle vururken, nasıl olur da inkar edebilirdi?

Tarafsız davrandığını düşünüyordu, ama kalbinin derinliklerinde Da Fu’yu diğerlerinden ayırdığı çok belliydi. Da Fu yerine bir başkası olsaydı, o kadar toleranslı olabilir miydi? O kadar affedici olabilir miydi? O kadar sakin davranabilir miydi?

 

Küçük bir kavgada ikisi de hatalı olan taraftı; yine de Jian Yi, Da Fu’dan daha fazla hırpalanmıştı. Vicdanen daha fazla acı çekmişti, düşünceleri daha ağır gelmişti. Bu nedenle affetmek çok kolay olmuştu. Çünkü, haklı olduğunu düşünerek savaşı daha fazla ilerletemezdi. Da Fu yalnız kalmak istediğini söylese bile, söz konusu olan bir insanın canıydı. Bu yüzden Mu Yang kesinlikle haklıydı.

 

Daha önceden söylenen her şeyi görmezden gelmişti, ancak şimdi duygusal açıdan zayıftı ve bir yanı yüzleşme zamanı olduğunu söylüyordu… Her ne kadar kalbi suçlulukla çarpsa da, en azından şimdi, diğerlerini dinleme zamanıydı.

 

Ve Mu Yang gitmeye yelteniyordu ki, “Bana biraz daha anlat.” Dedi kuru bir ses.

 

Mu Yang bunu beklemiyordu. Solgun yüzünde şaşkınlığı görünüp kayboluverdi. Kendini hızlıca toparlamıştı. Tereddüt etmedi: “Buraya gel Xiong.*”

 

-Fark ettiniz mi bilmiyorum ama Jian Yi tarafından uyarıldıktan sonra Xiong kelimesini kullanmaya başladı, fazla şirinsin Mu Yang… Bu arada kesmişken hatırlatma yapalım buradaki xiong büyük bir güç ve etkiye sahip olan güçlü, güçlü kişi anlamındaki’雄’ değil, Çünkü Jian Yi bir efsuncu değil, ‘兄’ kardeş abi anlamında. Di xiong, Xiong vs.-

 

Mu Yang aşağıya doğru inen merdivenlerin başına yürürken, Jian Yi, onu takip etti. Adımları sessizdi. Aynı ecelini bekleyen bir mahkum gibi acelesiz, kasvetli; ölümü geciktirmek için elinden geleni yapıyordu.

 

Aşağıda yanan solgun ışıklarla kimsenin olmadığını fark ettiklerinde, merdivene yakın masalardan birine geçtiler.

 

Mu Yang’ın yüzü ciddi ve korkutucu görünüyordu. Söylenenleri, okunanları anlatmak bir hayli zor olacaktı. Ancak bir yerden başlamalıydı. Her ne kadar Jian Yi ile iyi geçinmeyi düşünmüyor olsa da, Bir yanı bencil bir arzuyla kasıp kavruluyordu. Da Fu’nun hak ettiği cezayı çekmesi gerekiyordu.

 

Olanlardan sonra, kendisinin bile Da Fu ile bir etkileşimi bulunuyordu. Bu etkileşim Mu Yang için utanç vericiydi, aşağılayıcıydı ancak bir yanı bilinmezlikle kötü adama bağlanmıştı. Nefret ediyor, kin besliyordu. Ve bir yandan fark edilmek arzusuyla bilmeden kavruluyordu.* İstediği tek şey Da Fu’nun yalnızlığıyla cezalandırılmasıydı. Bu yüzden hiç çekinmemişti.

 

-N: Buradan anlıyoruz ki Fei Xiao’nun Da Fu ile kaldığı gece konuşulanlar bir nebze doğru. Yani Mu Yang, Da Fu’ya kızgın ve diğerleri gibi kin besliyor olsa bile yine Da Fu tarafından fark edilme arzusu taşıyordu.-

 

“Uzun zaman önce, herkesçe bilinen büyük bir kasaba vardı. Kasaba halkı barışçıl ve huzurluydu. Tanrıların gönüllerini hoş tutar, ve tapınakları boş bırakmazlardı. Öyle ki, cennetler, gayreti ve iyi kalpleri görüyormuş gibi, o topraklar zenginlikle kutsamıştı. Yakınlarda madenler vardı, ipek böceği geçimi ve en iyi silahlar bile oradan alınmalıydı. Hiçbir sorun yoktu, Komşu eyaletlerle yapılan alışverişler bereketli ve canlıydı.

 

Bir gün isimsiz bir çift, kasabanın yöneticisi olan Xun Yichuan’a gider, Kadın hamiledir, ancak adamla aralarındaki tek bağ nişanlarıdır. Xun Yichuan, bunun yanlış olduğunu söylese de olan olmuştur artık, küçük masum bir canı, nefesinden mahrum etmek olmazdı. Xun Yichuan anlayışlı ve fedakar bir başkandı. Bu iki kişinin ismini hiçbir zaman karalamamış,hayatlarını düzenleyebilmeleri için arka çıkmıştı. Kayıtlara göre Xun Yichuan onlara güzel bir düğün için elindeki paranın yarısını borç verdi.

 

Çocuk doğduğu zaman aile mutluydu, ancak kasabanın verimi gözle görülür şekilde düştü, o yılın hasat zamanı diğerlerinden o kadar azdı ki Çiftçiler korkarak tekrar tapınakları doldurdular.

 

Küçük çocuk üç yaşına geldiğinde, kasabanın hiçbir özelliği kalmamıştı. Diğerlerinden farkı yoktu, Kendilerini geçindirecek kadar ekin biçiyorlardı. İpek böceklerinin verimli, parlak ve güzel kumaşları, kasabadan çıktığı zaman güveler tarafından saldırıya uğruyordu. Ve tapınakları dolduran binlerce insan vardı. Köyün isimsiz büyücüsü halkı uyardı.

 

Bu olanlar fark edildikten bir yıl sonra çok korkunç bir kaza oldu. Akşam, fenerler bir bir sönerken, korkunç bir ses duyuldu. Sonra çığlıklar ve alevler etrafı sardı.

 

Shen hanesinin evine üç yıldırım düşmüştü. Üçü de sırasıyla hanenin sahip olduğu üç binayı da yakıp kül etmişti. Yardım için herkes koştu, olan efsuncular bile su taşımakta zorlandılar. Ancak alevler bir türlü dinmedi. İçeridekiler bir türlü kurtulamadı. Kalabalık dağılırken, orada sakince dikilen küçük çocuğu gördüler, gecenin bir yarısı dışarı çıkmak isteyip gitmişti.

 

Çocuk korkmuş gibi görünmüyordu. Öylesine sakin duruyordu ki, olan her şeyi biliyormuş gibiydi. Yine de ona bakmak isteyen kimseyle konuşmadı. üç gün boyunca evinin önünde öylece bekledi.

 

Soğuklar yaklaşmaya başladığı zaman, bir aile onu evlat edindi. Anne ve babasını böyle kaybetmek elbetteki trajikti. Küçük çocuğu yalnız bırakmak olmazdı.

 

Çocuk büyüyüp başarılı ve zeki bir genç oldu. Olanları kimse yadırgamadı. Köyün isimsiz büyücüsü bu olayların tesadüf olmadığını bağırıp duruyordu. Ancak kimse küçük çocuğu sokakta bırakacak kadar kehanetlerle kafayı bozmuş değildi.

 

Genç bilgiliydi, herkes tarafından sevilen biriydi, gülümsemesi berraktı. Gözleri bakana şifa dağıtırdı. Ancak bir gün delirdi… Nedenini kimse anlayamadı. Önce çocukluk arkadaşını kirletti ve onun ölümüne neden oldu…”

 

“…Ne saçmaladığının farkında mısın sen?” Jian Yi, karanlık bir sesle konuştu. Mu Yang doğrudan Jian Yi’nin gözlerine bakıyordu. O kadar öfkeli görünüyordu ki, Mu Yang bile biraz şaşırmıştı.

 

O kara gözleri kasvet ve kinle dolmuştu. Kaşlarının altından kendine kenetlenen gözler, ve hafifçe eğilmiş saldırgan tutumlu yüzüyle, Mu Yang soğukça gülmekten kendini alamadı. Masanın altında yumruk biçiminde sıkılı ellerini açıkça görüyordu.

 

“Yalan söylemiyorum. Sana neden yalan söyleyeyim Xiong, o kadar önemli biri değilsin. Lord Lei Bing ile konuşmaya geliyordun değil mi? Ben sana sadece hatırladıklarımı kısaca anlatabilirim. Kayıtları ondan isteyebilirsin. Bunları görmek yasak değil ve aslında birkaç kopyası bile var. Bizimkiler orijinal belgeler. Çünkü işimiz her şeyi ilgilendiriyor.”

 

Jian Yi beyninin uyuştuğunu hissedebiliyordu. Odaklanamayan gözleri ve kasvetli bir halesi vardı. Belgelerde yazıyordu demek… Buna gerçekten inanabilir miydi? Daha ne kadar oturmuştu masaya oturalı? Bunların hepsi… anlatıların hepsinin yalan olduğunu biliyordu. hatta bir nedenden ötürü hepsinin kendisine anlatıldığını düşünmüştü*. yabancı değildi, ama öfkeliydi.

 

-*Önceden bunları bildiğini sanıyor-

 

Tecavüz söz konusu olamaz, diye yineledi kendi kendine Jian Yi.

 

Sonra Mu Yang gözlerini kırpıştırdı. “Daha açık anlatmam gerekiyor. Da Fu nişanlıydı ve en iyi arkadaşını baştan çıkardı. Sana her şeyi kendim anlatamam, bilmen gerekenleri söylüyorum. Hatta, o güne dair detaylı bir kayıt daha bulunmakta.”

Two Thin Worlds (BL)

Two Thin Worlds (BL)

İki İnce Dünya , 两个薄的世界, Two Thin Worlds
Seviye: Ongoing Tür: Yazar: Çizer: Orjinal dil: Çince
Dikkat: kitap kan, soykırım, ve NSFW içermektedir. Kitap +18'dir. Bölümler başında uyarı olmayacağı için sorumluluk size aittir.  Shen Xingyun, Jiujiang lanetinin baş sorumlusu olarak görülüyordu . Yüz yıl boyunca talihsizlikler silsilisinden kurtulamayan, LianHua kasabası, bütün felaketlerin hedefi olarak gösterilmişti. Köyüler yeterince masumdu, ve kötü adam bir iblisin suretinde bürünmüştü! Bunca sessizliğin ardından ve birçok felaketin sonunda huzura kavuşan LianHua kasabası bir defa daha sarsıldı! Bu sefer dolunay’ın başladığı yedi gündü sorun! Shen Xingyun’in istirahate çekildiği o kulübe her şeyin başlangıcıydı. Ve şimdi de yeni bir felaket öncesi sessizlik yaşanıyordu!   Talihsiz genç Jian Yi gelmek için kötü bir günü seçti. Güneyin Söğüt Efendisi acımasızdı, geleni hoş karşılamadı. Ancak pes etmeye niyetli değildi.   Birbirbirinden nefret eden ve etmeye çalışan bu ikili, birbirine sıkıca bağlandığında bunun nasıl olduğunu anlayamamışlardı. Da Fu dünyanın kötülükleriyle kapana kısıldığını ancak sıcak ve güçlü kollarla kucakladığında anlamıştı. Ve Jian Yi ise zaten hep buraya aitmiş gibi, Da Fu’nun Yeşim beyazı teninde hayat buldu. Bu planlanmamış yakınlaşma, Ulu Nehrin koruyucusunu bulmaya engel olabilir miydi? Jian Yi tüm korkularını geride bırakarak biricik aşkının isteğini yerine getirmeye kararlıydı. Ve olaylar istemsizce geliştiğinde her şey tepe taklak olmuştu.   Hemen oku!

Yorumlar

Ayarlar

Karanlık Modla Çalışmıyor.
Sıfırla