Nian zhen’in önünde kristal bir çiçek vardı. Üstünde yıldız tozları var gibiydi. Çok güzel ve kırılgan görünüyordu. Bu izbe ve karanlık yerde saf bir ışık ve güzellik yayıyordu.
Nian zhen’in gözleri kamaşmıştı. Hiç böyle bir çiçek görmemişti. Nereden gelmişti?!
Nian zhen, elleri ile narince çiçeği aldı avuçlarında incelemeye başladı. Çiçeğin tam ortasında minicik bir çocuk vardı. En fazla 2-3 cm civarıydı ve gerçekten de küçüktü. Bir göbek kordonu ile çiçeğe bağlanmıştı.
Nian zhen, bu ufak çocuğu gördüğünde şaşkınlıktan dili tutuldu. Saf beyaz bir cildi vardı. Çiçeğin üstünde ki yıldız tozları, çocuğun yüzünde ve vücudunda çil olarak dağılmıştı. Beyaz saçları vardı. Çocuk çıplaktı ve baş parmağı ağzında uyuyordu. Fazlasıyla güzel ve saf görünüyordu.
Nian zhen, sayısız güzel görmüş olsa da bu küçük çocuk, gördüğü herkesten çok daha güzeldi. Çillerin, birine bu kadar yakıştığını ilk defa görmüştü. Bir anda kalbi tekledi. Şaşkınlıkla ve hayranlıkla bakıyordu.
Normalde çiller, bir kusur olarak kabul edilirdi. Fakat yıldız tozu gibi dağılmış çiller, çocuğun saf beyaz teninde harika duruyordu.
Nian zhen, bu çocuğun ya da çiçeğin ne olduğunu bilmese de kesinlikle göze çok hoş gelmişti. Hatta, ondan daha güzel bir şey yok gibiydi. Hayranlık duymadan edemedi. Kim baksa aynı şeyi düşünürdü.
YN:Aslında çil eklemeyecektim ama böylesi daha çok hoşuma gitti. Sizce yakışmış mı?!
Nian zhen, çiçeği tek eline aldı ve diğer eli ile de nazikçe uyuyan çocuğu dürttü. Gerçek olup olmadığını anlamaya çalışıyordu. Çünkü gerçekte olamayacak kadar güzel ve göz alıcıydı.
Çocuk, rahatsız olmuş gibi kaşlarını çattı ve diğer tarafa dönüp uyumaya devam etti.
Nian zhen, çocuğun tatlılığına ve güzelliğine karşı ne diyeceğini bilemedi. Gözleri büyümüştü ve şaşkınlıktan ağzı açılmıştı. Çok narin duruyordu. Üflese, onu öldürürdü sanki.
Nian zhen, bu ufak şeye zarar vermek istemedi. Önünde ortaya çıktığına göre artık bu şey, ona aitti.! İlk gören alır hesabıydı.
YN: Hop dur bakalım! O zaman benim almam lazım birader!?
Nian zhen, merakla bir kez daha dürttü. Uyandıracak ve ne olduğunu soracaktı. Acaba konuşabilir miydi?!
Çocuk, bir kez daha döndü ve uzandığı yerden yavaşça kalktı. Eli ile gözlerini ovuşturdu ve mahmur bir şekilde baktı. Nerede olduğunu anlamaya çalışıyordu.
Bu çocuk, Ruan ji Lijuan idi.
Ruan ji Lijuan, uyandıktan sonra başını kaldırdığında kendisine bakan kocaman bir göz gördü ve korkuyla çığlık attıp ağlamaya başladı.
-Ayy!! Ühü..ühü…
O neredeydi?! Kendisi mi küçülmüştü yoksa bu kişi mi devasaydı?! Gözünde bir dev gibiydi. Bir anda, kendisine bakan adamın üstünün kan olduğunu gördü ve göz yaşları iyice şiddetlendi. Titremeye başladı. O nereye düşmüştü?! Korkuyordu! Bu kişi bir şeytan mıydı?!
Ruan ji Lijuan’ın gözlerinden sicim gibi yaşlar dökülüyordu. Çok korktuğu belliydi.
Nian zhen, çocuğun gözlerini gördüğünde de çok şaşırmıştı. Beyaz gözlerde sanki yıldızlar varmış gibi ışıl ışıldı. Donuk bir beyaz değildi.
Nian zhen, çocuğu uyandırdığı için pişmanlık hissetti. Kendisinden korkmuştu. Eskiden de kendisinden korkan sayısız kişi vardı ama nedense biraz içerlemiş gibi hissetti. Neden kendisinden korkuyordu ki?!
Ruan ji Lijuan, bir süre ağladıktan sonra burnunu çekti ve titrek bir sesle konuştu.
-Lüt-f-en Be-n-ni ye-me!
Nian zhen, ufak çocuğun ne demek istediğini anladığında bir kez daha şaşırdı. Onu neden yesindi ki?! Bundan mı korkmuştu!?
-Seni yemeyeceğim. Sakin ol!
Nian zhen, olabilecek en nazik sesi ile konuştu. Elinden geleni yapıyordu ama Ruan ji Lijuan’un kulağına oldukça korkutucu ve yüksek sesli gelmişti. Kulakları bile çınlamıştı. Duran gözyaşları bir kez daha akmaya başlamıştı.
Doğa tanrıçası, kendisine ikinci bir şans daha vereceğini söylemişti ama neden işler bu şekilde gelişmişti ki?!
Korkutucu bir canavarın önünde küçücük kalmıştı. Elinden ağlamak dışında bir şey gelmiyordu. Uzun uzun ağladıktan sonra bir kaç kez de hıçkırdı ve sakinleşti. Yorgun hissediyordu.
Nian zhen, paniklemişti ve ne yapacağını ya da ne söyleyeceğini bilememişti. Tekrar ağlatmaktan korkuyordu. Kendisi kötü hissetmişti.
Ruan ji Lijuan, çekimser ve bebeksi bir sesle konuştu.
-Beni yeme lütfen!
Nian zhen, hızlı bir şekilde atan kalbini sakinleştirmek için derin bir nefes aldı ve konuştu.
-Seni yemeyeceğim. Benim ismin Nian zhen. Sen kimsin ya da nesin?
Ruan ji Lijuan, ismi duyunca korkusu daha çok arttı. Nerede olduğunu anlamıştı. Fakat içinde bir parça sakin kaldı yine de titrek ve çekimser bir şekilde konuştu.
-Ben, Ruan Ji Lijuan.
Ruan ji Lijuan, ismini söyledi. Şu an da bir çiçeğin içinde küçük bir çocuk olmuştu. Ne olduğunu bilmiyordu. Doğa tanrıçası tarafından yeni bir beden verilmişti ona.
Nian zhen, gülümsedi ve konuştu.
-Çok güzel bir ismin varmış. Sana yakışıyor.
Ruan ji Lijuan, ani gelen iltifata şaşırdı ve utandı. Yanakları kızarmıştı. Çok şirin duruyordu. İlk defa biri kendisine iltifat etmişti. Nian zhen’in bir an kötü biri olmadığını düşündü. Fakat bu kısa sürede geçti. Çünkü kitapta bahsedilen Nian zhen, fazlasıyla kinci ve korkutucuydu. Yalvarır gibi baktı ve konuştu.
– Bana zarar verme! Sana hiçbir şey yapmadım.
Nian zhen, bu korkak bebeğin dolan gözlerine baktı. Neden kendisinden bu kadar korkuyordu ki?! Ona zarar vermeyeceğini zaten söylemişti.
-Sana zarar vermeyeceğim. Nereden geldiğini ya da ne olduğunu biliyor musun? Bir Bitki ruhu gibi görünüyorsun.
Ruan ji Lijuan, bir süre düşündü. Kitapta Bitki ruhları hakkında pek bir şeyden bahsedilmemişti. Başını eğdi ve merakla sordu.
-Bitki ruhu nedir?
Nian zhen, hızlıca açıkladı.
-Bir bitki bazen çok uzun zaman yaşama fırsatı bulur ve yıllar boyunca doğadan emdiği enerji ile bir ruh oluşturur kendisine. Bir bilinç kazanır. İlk defa bir bedeni olan bitki ruhu gördüm.
Ruan ji Lijuan, anlamıştı. Doğa tanrıçası demek ki böyle bir şey yapmıştı. İlginç görünüyordu. Bir çiçek olmuştu yani. Zaten çiçeğe bağlı olduğunu görebiliyordu. Her zaman bu şekilde mi kalacaktı?! Küçük olmak, biraz korkutucuydu.
Ruan ji Lijuan, merakla sordu. Şu anda çok tatlı ve masum görünüyordu.
– Anladım. Peki sana nasıl hitap etmeliyim?
Nian zhen, gülümsedi. Sonunda anlaşabildiği için memnun olmuştu. Biraz düşündükten sonra konuştu.
-Sana Xiao Juan dememe ne dersin?
Ruan Ji Lijuan, garip bir şekilde baktı. Annesi ve babası ölmeden önce ona bu şekilde hitap ederdi. Ailesini özlemişti. Fakat onları bir daha asla göremeyeceğini biliyordu.
Ruan ji Lijuan’ın tekrar gözleri dolmuştu. Fakat bu sefer ağlamadı. Tam o anda dışardan bir ses geldi.
-Genç usta neden bu ıssız yerde olsun ki?! Başka bir yere bakalım!
-Lord, her yeri aramamızı emretti!
Bu sesler, kayıp Nian zhen’i arayan Şehir Efendisinin muhafızları idi.
Nian zhen, hızlıca konuştu.
-Çabuk saklan! Seni görmesinler!
Nian zhen, hızlıca çiçeği kıyafetlerinin içine sakladı ve soğuk bir yüzle terk edilmiş evden çıktı.
Dışarda 20 kişilik bir ekip vardı ve hepsi de yorgundu. Uzun zamandır arıyor olmalılardı. Bir at getirmişlerdi. Bu at, Nian zhen içindi. Kendileri yürüyorlardı.
Nian zhen, ortaya çıktığı anda grup fark etti ve şaşkınlıkla içlerinden biri konuştu.
-Genç usta! Size ne oldu?! Neden buradasınız ki?!
Nian zhen, sakin bir sesle konuştu.
-Beni kaçırmaya cüret ettiler. Bir yaşlı, beni kaçıran kişileri öldürdü. Biraz kanlıydı.
Adamlar, anlamış gibi başını salladılar. Rahatlamışlardı ayrıca Nian zhen’in şansına da şaşırmışlardı.
Nian zhen, kendisi için getirilmiş ata çıktıktan sonra grup sakince şehir efendisinin malikanesine doğru gitmeye başladı.
Ruan ji Lijuan, kıyafetlerin arasında bunalmıştı. Kan kokusunu aldığı için midesi bulanmıştı. Hızla bir nefes almak için çiçekten çıktı fakat hala çiçeğe bağlı olduğu için ayrılamadı ve iyice kıyafetin içlerine doğru düştü.
Nian zhen, içinde kıpırdanan Ruan ji Lijuan’ı hissetti ve gıdıklandı. Yine de soğuk ifadesini korudu. Gözleri biraz parıldıyordu.
Ruan ji Lijuan, dengesini sağladıktan sonra etrafa baktığında gördüğü şey, sıkı ve pürüzsüz bir göğüstü! Hiç kıl yoktu!
Ruan ji Lijuan, sıkı ve sert göğse çarptığında biraz canı acımıştı. Utandı ve kızardı. Bir erkeğin göğsünden neden etkilenmişti ki?! Anlayamadı.
Nian zhen, gülmemek için kendisini zorluyordu. Fazlasıyla gıdıklanmıştı.
Yol, bir kaç saat devam etti. Ruan ji Lijuan, bir kaç defa çıkmak için hareket etmişti ama çıkamamış ve iyice kıyafetlere dolanmıştı. En sonunda da derin bir iç çekti ve vaz geçti. Kan kokusu midesini bulandırıyordu ama çok fazla soluması yüzünden alışmıştı kokuya.
Ruan ji Lijuan, düşünüyordu. Bulunduğu yere göre, kitabın başlarındaydı. Yani her şeyin başladığı zamandaydı. Nian zhen, daha yeni reenkarne olmuştu.
Kitap, gerçekten de büyük bir evrende geçiyordu ve merak ediyordu. Bazı canavarları okuduğu sırada hayalinde canlandırmıştı ve oldukça da korkmuştu. Umuyordu ki, bu canavarlarla hiç karşılaşmasındı. Yoksa korkudan ölürdü.
Ruan ji Lijuan, ana karakterin yani Nian zhen’in hayalindekinden daha yakışıklı olduğunu da görmüştü. Hayalinde biraz daha vahşi ve kaba görünüyordu. Her ne kadar kitap, çok yakışıklı olduğundan bahsetsede.
Nian zhen, gece karası saçlara ve gözlere sahipti. Gözleri tıpkı dipsiz bir kuyu gibiydi. Kılıç gibi keskin ve biraz da kalın kaşları vardı. Buğday teni sağlıklı bir şekilde parlıyordu. Cildi pürüzsüzdü. Tek bir fazladan tüy bile yoktu. Yüzü keskin hatlara sahipti. Vücudu da çok iyiydi. Boyu uzun ve fazladan yağ yoktu. Çok yakışıklıydı.
Ruan ji Lijuan’ın bile ergenlikte çenesinden tüyü çıkmıştı ve arada bir traş da oluyordu. Gerçi artık ihtiyacı yoktu.
Ruan ji Lijuan, geldiklerini sarsılma ile anladı. Nian zhen, atından inmiş yürüyordu. Yüzü soğuktu. Hızla en önde yürüyor ve heybetli tavrını sergiliyordu.
Bir süre sonra, bir kapı açılma sesi duyuldu.
Nian zhen, malikaneye ulaşmıştı. İlk gittiği yer de bu bedenin babası olan şehir efendisi Nian Hei’nin bulunduğu yerdi.
-Baba, ben geldim!
Nian Hei, oğluna baktı ve kaşlarını çatıp konuştu.
-Eşek Herif! Neredeydin kaç gündür?! Yine mi sürtüyordun?!
Nian zhen’in kaşı seğirdi. Sinirlense de sakin kalmaya zorladı kendisini ve konuştu.
-Hain iki Köpek tarafından kaçırıldım!
Nian Hei, şaşırdı ve hızla Nian zhen’e yaklaşıp omuzlarını sertçe tuttu ve inceledikten sonra konuştu.
-Bir şeyin yok değil mi?! Buna nasıl cüret ederler! Kim onlar?!
Nian zhen, derin bir iç çekti ve boşvermiş gibi konuştu. Sonuçta çoktan ölmüşlerdi.
-Yang Yong ve Yang Shuang. Oradan geçen bir kıdemli onları öldürdü. Üstümde ki kanlar, onlardan sıçrayanlar.
Nian Hei, gülümsedi ve rahatlamış bir şekilde konuştu.
-O iki Piç kurusu buna cüret ettiler demek. İyi olmana sevindim. Biraz dinlen.
Nian zhen, başını salladı ve anılarında yer alan odasına gitti. Bu bedenin babası olan yani şu an ki babası Nian Hei’nin kendisine karşı konuşmalarına biraz kızmıştı. Fakat fazla da umursamadı. Sonucta onun oğluydu ve bu adam da kendisini önemsiyordu.
Nian Hei, oğlunu önemsemeseydi neden yıllarca değerli hapla beslesindi ki?! Ayrıca orjinal Nian zhen kesinlikle işe yaramaz bir çöptü. Kişiliği de yeteneği de çöptü. Babasının gücünü kullanarak oradan oraya atılmış ve bir çok sorun çıkartmıştı.
Nian zhen, odasına geldiğinde kapısını kapattı ve kıyafetlerinin içinden Ruan Ji Lijuan’ı çıkarttı.
.