Two Thin Worlds 24. Bölüm

Bu Ölümsüz Yargılanmak Üzere Yi Bai'ye sürükleniyor| Birinci Kısım

Jian Yi , sıcaklık ve ağırlıkla daha fazla dayanabileceğini sanmıyordu.

Titreyen kirpikleri sessizce açıldı. Dışarının soğuğu ve tekinsiz sesleri yoktu. Sıcaktı. Fazla sıcak!

Bulanık görünen bir tavanla bakışırken, sersemce bakmaya devam etti. Saçları yüzünün iki tarafındaydı. Örtüler çenesinin altına kadar çekilmişti. Kolları iki yanında, ağır yorganların altına eziliyordu.

Hafifçe kıpırdandı. Bir bakışta nerede olduğunu anlamıştı.

Kendi kendine sordu. “Her şey bir rüya değildi, değil mi?”

“Maalesef ki değil.”

Sesle birlikte irkildiği gibi döndü.

Masada üç genç adam ciddiyetle oturmaktaydı. Önlerinde mavi çay bardakları vardı. Duman zarif bir biçimde havaya karışırken hepsi dönüp baktı. İkisinin cüppeleri siyahtı ve göğüs kısımlarında bulutları yaran bir ejderha silueti vardı. Ve diğerininki ise beyazdı, ve kol yenleri ise bulut imgeleriyle süslenmişti.

Jian Yi, gelenlerin kim olduğunu anladı. İkisi Yi Bai’den ve diğeri de Yun sektinden müritlerdi. Diğer ikisine nazaran daha keskin gözlü ve küstah bakan kişi konuşandı. Bu kişi; ağır başlı, yüzü saf güçle parıldayan Mu Yang’dan başka biri değildi.

Dudaklarının önünde tuttuğu bardağı yavaşça indirip göz ucuyla, sımsıkı sarmalanmış olan Jian Yi’ye bir bakış attı. “Gerçekten o kadar aptal mıydın? Sana merhamet etmesini bekledin, ve—”

“Sessiz olsan iyi olur Mu Yang.” Diye uyardı Fei Xiao. Mu Yang’ın  kabalaşmasını istemedi.

Mu Yang, gözlerini devirerek önüne döndü.

Jian Yi sersemlemişti. Üzerindeki bir yığın örtüyü zorlukla itti. Hemen doğrulduğu sıra, yere düşen hafif nemli bez parçası ile göz göze geldi. Kaçamak bakışlarla etrafı süzüyordu. Eskisi gibiydi… Ama hala Da Fu’nun kulübesinde olduğuna inanamıyordu. Olan onca şeyden sonra nasıl içeriye girebilirdi ki, o acımasız sözlerden sonra– Tabii, bu gençlerin bir parmağı yoksa…

“Duymazdan gelin.”

Odanın diğer ucunda oturan Da Fu’nun sesini duyduğu gibi anında döndü. Sert ve keskin yüz hatlarıyla bezenmiş olan Da Fu’yu gördüğünde, gözleri şaşkınlıkla açıldı.

Önündeki saçlar özenle toplanmıştı. Gümüş nilüferden bir toka ile arkaya tutturulmuştu. Bugün giydiği kıyafetler göz alıcıydı. Beyaz kumaş, açık mavi ceketi ve bel kemeriyle yeşim taşı gibi berrak, parlak ve saf görünüyordu. Göz kapaklarını aşağı indirmişti, başı hafifçe yana doğru eğikti ve saçları düz bir kumaş gibi bir taraftan sarkıyordu. Elindeki fırçayı kağıttan çektiği zaman bakışlarını kaldırıp, karşısında duran Mu Yang’a sakince baktı. Gözleri gökler kadar durgundu, ve bir duygu belirtisi yoktu.

Ancak İkisinin arasındaki ağır hava bütün odayı kaplayacak kadar kuvvetliydi. Öfke hissedilebilirdi. Hatta gözlerinin karşılaştığı yerde kıvılcımlar çarpışıyordu!

“Saygıdeğer Güney Söğüt efendisi, erken saatte geldiğimiz için bağışlayın. Davanız hakkında önemli gelişmeler olduğunu belirtmek için bir defa daha geldik. Hoş karşılamanız için teşekkür ederiz.” Konuşan diğer mürit, Ah Guo’ydu. Saçlarını tepesinde toplamıştı. İnce boynu ve zayıf yüzü, gösterişsiz çene hatları vardı. Bu insanların öfke ya da erdemle şekillenmiş yüz ifadelerine hakim değildi, ve onun masum görünüşü, baskın olanların arasında en göze çarpmayan olandı. Oldukça sakin yapılıydı.

Masanın solunda oturduğu için konuşurken kendi sol tarafına bakıyor, uzakta kendi başına oturan Da Fu’ya bakıyordu.

“Öncelikle bilmenizi isterim ki, görülen davalarınız ve geçmişiniz nedeniyle Yun sekti, cezaları Yi Bai’den bağımsız olarak yürütmek istedi. Tepe Lordu Lei Bing ve Madam Yan kararları hakkında konuşmaktalar.”

Mu Yang sabırsızca öne atıldı; “Güney Söğüt Efendisi, işlerinizi ertelemeli.”

Da Fu elindeki fırçayı özenle yerine bıraktı. İnce parmakları omuzlarına dökülen saç tutamlarını nazikçe tuttu ve parmakları aşağıya doğru kaydı. Ardından derin bakışlarını yine aynı genç adama sabitledi. Yüzünde bir mimik bile oynamamıştı.

Mu Yang, Da Fu’nun soğuk ve umursamaz hareketlerini her zaman sinir bozucu buluyordu. Bu Yüzden Da Fu ona soğukça bakarken kendini geri çekmedi. Hemen sonra Fei Xiao öne çıkıp, araya girerek üzüntüyle belirtti. “Efendim, cezanız için bizimle gelmeniz gerekiyor.”

“Söylediklerinizi görmezden geleceğim.”

Mu Yang elindeki bardağı indirdi. “…(!)”

Fei Xiao, anında Mu Yang’ın cüppesinin ucunu çekerek uyardı.

Jian Yi, ne olup bittiğini anlamadı. Da Fu’nun neden cezalandırılması gerekiyordu ki? Tek yaptığı şey… görmezden gelmekti?? Kendi alanında ne tür bir suç işlemiş olabilirdi ki?

Sadece izlemekle yetiniyordu. İki masanın da dışındaydı.

Ah Guo: “Efendim ne yazık ki Yun sekti, cezanızın nasıl olacağını belirledi. Savunmanız için gelmeniz gerekiyor.”

Mu Yang ekledi; “Ya da cezanız için.”

“Madam Yan, onun için çalışmadığımı unutmuş olmalı.” Dedi kısaca Da Fu. Gözleri Mu Yang’ın sert gözlerine sabitlenmişti.

Fei Xiao: “Efendim, ancak kurucunun söyledikleri–”

Da Fu gözlerini devirdi ve bıkmış yüz ifadesiyle Fei Xiao’ya döndü. “Kimsenin ayağına gideceğim yok. Her zamanki boş sohbetler… Her zaman iki üç defa geliyorsunuz, ben de hayır diyorum ve gidiyorsunuz. Tepe Lordlarının yerinde olsaydım, daha fazla küçük düşmemek adına bundan başka bir yol düşünmek için zaman harcardım.”

Bam! Bu sözler üç gencin de kafasına kaya gibi çarptı.

Mu Yang, yenilgiyi kabul etmeyecek kadar gururluydu ve sinirden titreyen kaşını görmezden gelerek doğruldu. “Verdiğiniz onca rahatsızlıktan sonra sizin utanmış olmanız gerekmiyor mu? İtiraf ettiğiniz onca şeyden sonra diretiyorsunuz.” diye tısladı.

Jian Yi tartışmanın geçen ki kaosla ilgili olduğunu anlamıştı. Sonuçta LianHua ve burası arasında birkaç kilometre vardı. Bir ay boyunca başka bir olayı duymadı ne de gördü. Herhangi bir savaş ya da katliam sesi veya ilginç tinsel enerji ışığı görülmemişti. Bakışları iki masa arasında gidip gelirken hiçbir şey söyleyemedi.

Sadece, Hortlakların orayı hedef alması nasıl Da Fu’nun suçu olabilirdi ki? Müritler kontrol altına alamadıkları her olayı Da Fu’ya mı mal edeceklerdi?

Jian Yi bacaklarını altında toplayıp düzgünce oturdu. Önüne düşen saçları kulağının arkasına sıkıştırdı ve dinlemeye devam etti.

“Pekala. Konuşmuyorsunuz. Öyleyse efendim, kayıtlara geçenleri teker teker okumama gerek var mı? Yaptıklarınızı hatırlayınca, belki de bu sefer cezanızı çekmeye razı olursunuz.”

“Cezamla ilgili bir sorunum yok.” Da Fu sakin duruyordu, ancak yüzünde huysuz bir sinir pırıltısı vardı. Mu Yang’ın kullandığı ses tonu aksi ve suçlayıcıydı. Jian Yi, Böyle giderse Da Fu’nun onları pataklayıp kapı dışına atacağını düşündü.

“Buradan bir yere gitmeyeceğim. Her zamanki gibi hapishanemi hazırlayabilirsiniz, ya da ne kullanacaksanız işte. Ceza için dövüleceksem bile burada dövüleceğim. Gitmeye niyetim yok.”

!!!

“Bir dakika, dövülmek mi? Siz müritler neyden bahsediyorsunuz?” Jian Yi’nin gözleri anında dehşet içerisinde açılmıştı. Bunu yapabilecek güçleri olduğunu kesinlikle bilmiyordu. Yi Bai, ya da diğerleri, Da Fu’ya gücü için göz yumduğunu düşünmüştü. İstediği gibi cezalandırabilecekleri önemsiz kişi miydi? Da Fu yeterince önemliydi!

Fei Xiao aceleyle Jian Yİ’ye doğru dönüp ellerini “hayır” anlamında salladı; “Elbette öyle bir şey olmayacak.”

“Kesin konuşmamayı öğrenmelisin.” Mu Yang Araya girdi.

Jian Yi, bakışlarını odanın diğer köşesinde sakince oturan adama çevirdi. Nasıl bu kadar sakin durabiliyordu? Bu mürit kesinlikle hem kabaydı hem de haksız görünmemek için en iyi zamanda söz hakkını kullanıyordu.

Da Fu, Jian Yi tarafına bakmadı ve bu sözlere de yine karşılık vermedi.

Mu Yang, kemerine astığı küçük parşömeni çıkardı. Parşömenin küçük bir içsel güçle Da Fu’ya doğru süzülmesini sağladı. ” Bu Tepe Lordu Efendi Lei Bing’den bir mesaj. Güney Söğüt Efendisi için.”

Da Fu, süzülen parşömeni acelesiz tavırlarla aldı ve mührü kırdı.

Bir süre, Jian Yi ve diğerleri sessizleşti.

Göz ucuyla ihtiyara baktı. Da Fu kaşlarını çatarken, herkes onu izliyordu. Lord Lei Bing’den gelen mesajın ne olduğunu merak ediyordu. Da Fu’nun sakin sıfatını bozan kelimeler ne olabilirdi? Aynı onun yaptığı gibi Da Fu’ya hakaret etmediği kesindi.

Mu Yang da aniden değişen ruh halinin farkına varmıştı. Bıyık altından sırıttı.  Böylesine bir ruh halinin başka bir açıklaması olamazdı. Lord Lei Bing, yine kendisinden bekleneni yapmıştı!

Bir süre sonra, Da Fu parşömeni masanın kenarına bıraktı. Ve isteksizce ayağa kalktı. Mu Yang refleksle elini kılıcına attı. Ve Fei Xiao da anında Mu Yang’ın kılıcı tutan kolunu kavramıştı.

Ancak Ah Guo, Da Fu’ya kin gütmüyordu, ya da itiraflarını detaylı olarak dinlememişti. Okuduğu ve duyduğu şeyler kötüydü, ancak Lord Lei Bing ve Madam Yan’ın el altında tutabildiği ve baskıladığı sözde iblisin onlara zarar vermeyeceğini biliyordu. Bu yüzden merakla sordu;

“Güney söğüt efendisi, bizimle gelecek mi?”

Da Fu, tereddütle adımlarını durdurdu. Yenlerinin içindeki elleri yumruk biçiminde sıkılıydı ve çenesindeki küçük çıkıntı belirginleşmişti. Bir süre sonra kasvetli bir biçimde orada öylece dikildikten sonra onayladı.

“Mn.”

Fei Xiao ve Mu Yang şaşkınca birbirlerinin yüzüne baktılar.  Mu Yang, Lord Lei Bing’in onu nasıl ikna ettiğini tam olarak anlamasa da adaletin sağlanacağı için memnundu, ancak yüzü yavaşça kararırken Fei Xiao rehavetle gülümsüyordu. O sırada Da Fu odadan çıktı.

Ah Guo, küçük iddiadan habersiz bir şekilde Mu Yang’ın düşmüş yüzüne merakla bakıyordu. Daha sonra Mu Yang çıkıştı, “Neden gülüyorsun? Komik olan ne?”

Ah Guo, hafifçe irkildi ve gülümsemesini elinin altına sakladı.

Fei Xiao’nun sırıtışı daha da büyüdü. “Hem kazandın hem de kaybettin demek oluyor bu, biliyorsun.” diye şakalaştı. Ama Mu Yang’ın yanakları öfkeyle daha da kızarıyordu.

“Her neyse, oraya geldiği zaman Lord Lei Bing adaleti sağlayacaktır. Birinin canına kastetti, ayrıca bunca yıldan sonra bu hortlakların burayı hedef alması kesinlikle bir şeyler olduğuna işaret. Yasaklı kitapları çalmasından bahsetmiyorum bile.”

Jian Yi sonunda örtülerin altından çıkıp öne atılmıştı. “Canına kastetmek derken neyden bahsediyorsun?”

Mu Yang, başını çevirdi ve Jian Yi’ye “Aptal mısın” bakışlarından birini attı, Fei Xiao onun için açıkladı: “Sizi öldürmek istediğini itiraf etti. ”

Jian Yi bir anlığına dondu. Aklındaki bütün bahaneler temelsiz bir bina gibi yıkılmıştı. Toz ve yıkıntı, kalan şey buydu! Ancak şu an düşünmesi gerekenin bu olmadığına kanaat getirdi. Güveni sarsılsa da Da Fu’nun cezalandırılmasını istemiyordu. Fei Xiao, bu tuhaf adamın suratının kireç beyazına döndüğünü açıkça fark etti. Onun için zor olmalıydı. Fakat Güney Söğüt Efendisinin dikenli bir sarmaşık olduğunu unutması tamamıyla onun suçuydu. Ne de olsa onun sıcak kanlı olmadığı herkes tarafından biliniyordu.

Jian Yi, şaşkınlığını gizleyip zorla gülümseyerek ellerinden birini havada salladı. “Bunun bir önemi yok. Bu, ben ve onun arasında.”

Fei Xiao, hiçbir şey söylemedi. Jian Yi’nin neden çaresizce buraya bağlanmak istediğini anlamıyordu, ve hafif bir üzüntüyle önüne döndü.

Mu Yang, olan hiçbir şeyi umursamamış, kararmış yüzüyle elinde tuttuğu fincana bakıyordu. Depresif hali, kişiliğinden oldukça farklıydı. Fei Xiao, Mu Yang’ın büyük gururu ve egosunun sevimli bir şekilde yakıştığını düşünerek, küçük bir tebessümle masaya doğru eğildi.

Ah- Guo, ” Yedi gün boyunca olan olaylardan ve sizin başınıza gelenlerden sonra, adalet sağlanmalı. Lord Lei Bing, her zaman tarafsız karar veren bir kurucu olmuştur. Güney söğüt efendisinin akıbeti, Kurucunun mektup göndermesini gerektirecek kadar kötü olmalı.” diye anlayışla açıkladı.

Fakat Jian Yi birden alevlendi ve setçe dile getirdi, “Bu saçmalıklar olurken, benim söz hakkımı almaya gelen birileri oldu mu? Sadece tek taraflı bir sorgu nasıl şeffaf olabilir? Da Fu’nun söylediği her şeyi reddediyorum.”

Mu Yang söylenen aptallıkları duyduğunda başını kaldırıp alaylı bir şekilde gülümseyerek, dirseğini masaya koydu ve çenesini avucuna dayadı. Fei Xiao bile böyle hızlı bir ruh hali değişimi beklememişti, muhtemelen öfkesini açığa çıkaracak bir konu bulduğu için üzerindeki kara bulutları dağıtmak niyetindeydi.

Tereddüt ederek sustu ve Mu Yang’ın söyleyeceği şeydi dinledi.

“Kibir heykeli, kötülüklerin efendisini koruyacak kadar ne yaşamış olabilirsin ki?”

Fei Xiao, anında Mu Yang’ın kafasına bir tane patlattı!

“Sana bu sözleri kullanmamanı kaç defa söyleyeceğim? Sinirlenmiyorum bile! Bu yüzden uslu durmayı denesen ölür müsün? Sadece birazcık kendin ol!”

Mu Yang, Kafasını hiddetle kaldırdı bir eliyle başının arkasını ovuştururken: “Beni benden daha iyi tanıdığını nasıl iddia edebilirsin ki? Hei Chan Shidi’m* nasıl oluyor da bu kadar küstah olabiliyor?” -Aynı ustanın öğrencileri ya da küçük birine hitap için kullanılıyor.-

“Küstahlık mı? sadece söylüyorum. Seni senden daha iyi tanıdığım falan yok. Bu saçma cümlelerin hiçbirini kastetmedim.”

“Öyleyse Shidi’m neden onu ilgilendirmeyen konulara burnunu sokup duruyor? Senin yüzünden her zaman dövülüyorum!”

“Seni hiçbir zaman rapor etmedim! Yalan söylemeyi bırak, demek istediğimi biliyorsun. Güney Söğüt Efendisine bu şekilde hitap edemezsin…” Fei Xiao ince kaşlarını çattı ve somurttu. Anlamayacak ne vardı ki? Hem bu hareketleri sadece onun yanında yapıyordu. Başka ne düşünebilirdi ki?

“Yalan mı? Her gün kaç posta dayak attığını hatırlamıyor musun? Kavurucu güneşte bile… Eminim ki akılsız olman böyle açıklanabilir. Başına güneş– AH!!” Fei Xiao’nun, omzuna attığı yumruk gerçekten de sert ve güçlüydü.

Mu Yang tam doğruluyordu ki, kapının kirişinden korkunç halenin etkisiyle irkildi, ve herkes gibi dönüp baktı,

“Bu iğrenç tartışmaya dışarıda devam etmeye ne dersiniz? Evimde kan görmek istemiyorum da!” Kara aurasıyla kapının girişinde dikilen Da Fu’nun sesi herkesin yerinden zıplamasına neden olmuştu. “Birbirinizi döveceğinizden değil, sadece Jue Chang için söylüyorum.” Ve hepsi iliklerine değin irkilirdi.

Da Fu, kötü bir bakış atıp, kürklü koyu mavi pelerinini savurarak odadan çıkarken seslendi, “Hazırlanın.”

Şoktan birbirine girmiş müritler panikle ayağa kalktı.

Jian Yi hala öfkeliydi. kaşlarını çattı, ve herkes dışarıya çıktığı sırada Öfkeyle homurdandı.

“Buna izin vermeyeceğim.” dedi. Bilerek ölüme gönderilme kısmını sadece aklının bir köşesine attı, bunu Da Fu ile yalnız konuşabileceğini düşünmüştü. Olanlardan sonra Da Fu’nun kötülüğe yaklaşan bir ölümsüz olduğunu kabul etmemek için elinden geleni yapıyordu.

Mu Yang doğrulurken elini umursamazca salladı. “Sana soracak değiliz.”

“Aslında bana sormak zorundasınız.”

Gözlerini deviren Mu Yang, Ah Guo ve Fei Xiao’nun arkasından dışarıya çıktı. Jian Yi de diğerlerini takip etti. Eski pelerinin üzerine bırakılmış tokayı kaptığı gibi dışarı çıkmıştı.

Dışarıya çıkıklarında Mu Yang gerindi ve küçümseyen bakışlarla dışarı en son çıkan Jian Yi’ye doğru döndü. Kafasını kaldırıp Jian Yi’ye baktı.

“Kuralları biliyorum. Beni sorgulamadınız ve ben Da Fu’yu suçlamazsam o da ceza almaz. Elinde küçük kanıtlar var. Hortlaklar konusunda suçlanacak kişi bile değil.”

saçlarını toplarken gözlerini kıstı. Şu anda küçük, kendini beğenmiş bir veletle dalaştığına inanamıyordu. Onu anlamayacağını bilse bile yavaşça anlatmak konusunda kararlıydı! ” Sizinle geleceğim ve Lord Lei Bing ile konuşacağım. Da Fu’nun hiçbir şey yapmadığını söyleyeceğim.”

“Bu işe yaramayacak.” Dedi Mu Yang. Sırtına yakaları kürklü, ipek pelerinini attı.

“Senin sözlerine bakmaz. Lord Lei Bing’in sağduyulu bir yönetici olduğuna eminim. Beni dinleyecektir.”

“Öyleyse bana konuşmayın. Bu sözleri tasmanızı tutan kişiye söyleyin.” Mu Yang, her zamanki gibi sivri dilliydi. Beden dili ise hiçbir şeyden korkmadığını açıkça ifade ediyordu. İki eli belinin iki tarafındaydı ve hafifçe Jian Yi’ye doğru eğilmişti.

Jian Yi’den uzun olsaydı kesinlikle tehditkar görünebilirdi.

Jian Yi, rahatsızca yüzünü buruşturarak, yanından geçen Da Fu’ya doğru bir bakış attı.

Hiçbir şey bilmeyen Güney Söğüt Efendisi yanlarından rehavetle geçip giderken, kısık gözlerle ona bakmaya devam etti. Bu küstah çocuktan köpek muamelesi gördüğüne inanamıyordu. Ne demek tasma? Ne demek tasmayı tutan?? Neden gelmek için Da Fu’dan izin almalıydı ki!? Ah, eğer… eğer bir mürit olmasaydı yapacağını biliyordu!

Mu Yang, güzel bir yem attığını biliyordu. Jian Yi’nin sinirini bozduğu için memnundu. Arkasını döndüğü sırada öfkeli sesi duydu;”Her neyse geleceğim dedim ve geleceğim!”

“Ne yaparsan yap!”

Henüz birkaç adım atmışlardı ki tam kapalı olmayan kapıdan bir inilti yükseldi.

Da Fu sesi duyduğu gibi döndü,

“Meow!”

Mu Yang birden tüm ciddiyetini yitirmişti “HUİ!!”

Da Fu: “…”

Mu Yang, Hızla Jian Yi’nin yanından çekip gitti ve aralık kapıdan bakan kediye doğru atıldı. Ancak kedi çevikti ve Mu Yang’ın elinden hemencecik kurtulup zıpladı. Koştu ve tam olarak Da Fu’nun önünde, bir metre ötesinde durup başını kaldırdı.

Mu Yang dışında hepsinin bakışları ondaydı. Fei Xiao bile bu bağlılık karşısında şaşırmıştı. Hui daha önce kimseye bağlılık gösteren bir kedi olmamıştı. doğası gereği vahşi ve kurnazdı. İstediği zaman geliyor ve gidiyordu. Ancak aynı şeyler Mu Yang için geçerli değildi. Şimdi yaptığı hareket ise büsbütün bir tercihti!

Mu Yang, reddedilmenin verdiği utançla dizlerinin üzerinde donup kaldı. Uzanıp tutmak için bekleyen her bir parmağı seğiriyordu.

Da Fu “…….” Gözlerini kaçırdı. Rahatsız olmuşa benziyordu. Bu yüzden beceriksizce görmezden gelmeye çalıştı, bir elini beline atıp başka tarafa baktı. Ancak kedi dahil herkes ona bakmaya devam ediyordu. Dönmeye yeltenince, kedi hareketlendi ve diğer tarafa geçip oturdu.

Fei Xiao:”…”

Ah Guo: “…”

Mu Yang: “!!!!!!!”

Da Fu kararmış bir yüz ifadesiyle kediye baktı. Bir süre sustuktan sonra pes ederek zorlukla konuştu. “…Ne, Ne istiyorsun aptal kedi?”

Mu Yang, hışımla arkasına döndü,onun eğittiği küçük dehaya nasıl ‘aptal’ deme cür’etinde bulunurdu! ancak Hui’nin şevkle zıplayıp Da Fu’nun cüppesine yapıştığını gördüğünde kelimeler boğazına dizilmişti. Yıkılmadan önce Fei Xiao acele edip onu tuttu. Fısıldadı; “Gerçekten küçük bir aptal gibi davranıyor.”

Hui gerçekten de öyle davranıyordu! Hiçbir şeyi anlamayan saf ve masum kedi rolü! Ve bunların hepsi sadece Güneyin Söğüt Efendisi içindi!!

“Ah, kaç defa söyledim– ah!! Bir dur,, AH!!” Pençeler kumaşın içine girecek kadar keskindi, Bu yüzden Da Fu acele edip, kediyi koltuk altlarından tutup çekti. Kediyi soğuk yüzünün hizasında tuttu.

“Burada kal.”

“Hayır, Hui benimle gelecek!” diye öfkeyle gürledi Mu Yang. Fei Xiao’dan uzaklaşıp ellerini uzattı.

“Bana ver.”

Uzun adımlarla anında Da Fu’nun yanında bitti. Da Fu, ifadesiz yüzüyle tereddütsüzce kediyi Mu Yang’a uzattı. Ancak Hui, Da Fu’dan uzaklaştığını fark ettiğinde debelenip ve ısırmaya başlamıştı. Dişleri yetişkin bir kedi için yeterince sivri ve keskindi, bir de ısırdığı el Da Fu’nun olunca, az kalsın yere düşüyordu!

Da Fu yüzünü buruşturarak beceriksizce tutmaya çalıştı, ancak kedi debelenmekte diretti yağ gibi kayıp gitti.

“Hui benim!”

Jian Yi bıyık altından sırıtarak, daha demin erkeklik taslayan genç adamın çaresizce bir kediye yalvarışını izliyordu! Bu gerçekten gülünçtü. Ve Jian Yi de fark edilmemek için yüzünü gizleyerek gülmemeye çalışıyordu.

Kedi Mu Yang’a tısladıktan sonra iyice geri çekilmesini sağladı. Ardından yeniden pençelerini Da Fu’nun etine geçirerek tırmandı.

Da Fu kararmış bir havayla, beline kadar tırmanmış olan kediyi yine yakaladı ve bu sefer hiçbir şey söylemeden, giysisinin yakasından içeri sokup yürüyüp gitti.

Mu Yang bir kez daha kasvetle yıkılmadan önce Fei Xiao koşup yakaladı ve ilerlemesini sağladı.

Böylece Jian Yi de kapıyı kapattıktan sonra diğerlerinin arkasından gitti.

Two Thin Worlds (BL)

Two Thin Worlds (BL)

İki İnce Dünya , 两个薄的世界, Two Thin Worlds
Seviye: Ongoing Tür: Yazar: Çizer: Orjinal dil: Çince
Dikkat: kitap kan, soykırım, ve NSFW içermektedir. Kitap +18'dir. Bölümler başında uyarı olmayacağı için sorumluluk size aittir.  Shen Xingyun, Jiujiang lanetinin baş sorumlusu olarak görülüyordu . Yüz yıl boyunca talihsizlikler silsilisinden kurtulamayan, LianHua kasabası, bütün felaketlerin hedefi olarak gösterilmişti. Köyüler yeterince masumdu, ve kötü adam bir iblisin suretinde bürünmüştü! Bunca sessizliğin ardından ve birçok felaketin sonunda huzura kavuşan LianHua kasabası bir defa daha sarsıldı! Bu sefer dolunay’ın başladığı yedi gündü sorun! Shen Xingyun’in istirahate çekildiği o kulübe her şeyin başlangıcıydı. Ve şimdi de yeni bir felaket öncesi sessizlik yaşanıyordu!   Talihsiz genç Jian Yi gelmek için kötü bir günü seçti. Güneyin Söğüt Efendisi acımasızdı, geleni hoş karşılamadı. Ancak pes etmeye niyetli değildi.   Birbirbirinden nefret eden ve etmeye çalışan bu ikili, birbirine sıkıca bağlandığında bunun nasıl olduğunu anlayamamışlardı. Da Fu dünyanın kötülükleriyle kapana kısıldığını ancak sıcak ve güçlü kollarla kucakladığında anlamıştı. Ve Jian Yi ise zaten hep buraya aitmiş gibi, Da Fu’nun Yeşim beyazı teninde hayat buldu. Bu planlanmamış yakınlaşma, Ulu Nehrin koruyucusunu bulmaya engel olabilir miydi? Jian Yi tüm korkularını geride bırakarak biricik aşkının isteğini yerine getirmeye kararlıydı. Ve olaylar istemsizce geliştiğinde her şey tepe taklak olmuştu.   Hemen oku!

Yorumlar

Ayarlar

Karanlık Modla Çalışmıyor.
Sıfırla